17 Ağustos 2018 Cuma

ANKARA KALESİ "ORTA KORİDOR ORTA DÜNYA’YA KARŞI" Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN (ANAYURT GAZETESİ Ankara: 30.05.2017) -Çin’in başkenti PEKİN’de düzenlenen İpek Yolu forumunun sonuçları ne oldu ?


ANKARA KALESİ 
ORTA KORİDOR ORTA DÜNYA’YA KARŞI
Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN
ANAYURT GAZETESİ
Ankara: 30.05.2017
Soru I-Çin’in başkenti PEKİN’de düzenlenen İpek Yolu forumunun sonuçları ne oldu ?
Cevap -1-Yeni dünya düzeninin kurulması yolunda atılan adımlar içerisinde , Mayıs ayının tam ortasında ( OBOR - Kuşak ve Yol ) başlığı altında yapılan Pekin forumunun, içinde bulunulan aşamada önemi ve anlamı dünyanın geleceği açısından büyük olmuştur . Tarihsel İpek Yolu’nun çıkış noktası olan Çin ,geleceğe dönük önemli bir adım atmış ve 130 ülke ile 70 uluslararası kuruluşun katıldığı bir büyük dünya forumunu kendi başkentinde Yeni İpek Yolunun gerçekleştirme doğrultusunda başarıyla yapmıştır. Bu forumun sonunda 12 devlet ile ortaklık ve 9 ayrı uluslararası kuruluş ile işbirliği anlaşmaları imzalanmıştır .Ayrıca , Çin30 ülke ile yeni ticaret antlaşmaları imzalarken Pasifik Okyanusundan Atlas Okyanusuna uzanan güzergahta bulunan 65 ülke ile de yeni protokollar imzalanmıştır . Çin Kalkınma Bankası ile Ticaret Bankasının ayrı ayrı projeye destek veren kredileri ile de , Yeni İpek Yolunun bir an önce bitmesi doğrultusunda önemli adımlar atılmıştır . Asya kıtasının doğu bölgesine sıkışmış ve dünya platformundan çok uzak kalan bir jeopolitik konuma sahip olan Çin’in, böylesine dev bir küresel projeye öncülük yapması , bir türlü değiştirilemeyen dünyanın geçmişten gelen yapısını büyük ölçüde değiştirecekmiş gibi görünmektedir .ABD ve batı dünyasının önde gelen büyük devletleri kendi aralarındaki anlaşmazlıklar ve çekişmeler nedeniyle bir türlü yeni bir dünya düzeni oluşturamazlarken , Çin gibi doğunun en büyük ülkesinin , bütün küresel düzeni yakından etkileyecek ve zamanla Çin merkezli yeni bir dünya düzenini gündeme getirecek önemli bir adım , Pekin’deki Yeni İpek Yolu Forumu ile atılmıştır . Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra çökmüş olan eski dünya düzeninin yerini alabilecek bir yeni küresel açılım Çin’in öncülüğü ile gündeme getirilmiştir .Giderek dünyanın bir numaralı ekonomik süper gücü konumuna gelen Çin’in ,yeni büyük dev ülke olarak kendi yolunu açacağı ve bunu geleceğe dönük olarak zorlayacağı son yıllardaki hızlı gelişmeler ile açığa çıkmıştır . Pekin zirvesi ile Çin bu duruma netlik kazandırarak , süper projenin altına imzasını atmıştır .

Soru 2- ABD-ÇİN arasında yaşanmakta olan en büyük olma yarışı bu durumda nasıl etkilenmektedir?
Cevap-2- I9.yüzyılın ikinci yarısında dünyaya açılan Amerika Birleşik Devletleri , iki büyük dünya savaşı sonrasında dünyanın en büyük siyasi gücü konumuna gelmiş ve 20. Yüzyılda insanlık bir Amerikan hegemonyasına teslim olmuştur.Bütün dünya ülkelerinden kendi ülkesine beyin göçünü düzenleyen ABD ,yerkürenin en güçlü ekonomisine ve devlet yapısına sahip olarak bir numara konumu ile dünyayı yönlendirmeye çaba göstermiştir . İngiltere’nin kurduğu düzeni devralan ABD, batı blokunun efendisi olarak yüzyılı aşkın bir süre süper güç konumunda olmuştur . İngiltere ile yan yana gelerek oluşturduğu Atlantik insiyatifi ile dünyanın bütün kıtaları üzerinde hegemonya oluşturan ABD , soğuk savaş sonrasında kendisinin merkezinde yer aldığı bir tek kutuplu dünya kurmak istemiş ama bunu bir türlü başaramamıştır . Küreselleşme döneminde çeyrek yüzyıl geride bırakılırken , ABD’nin ciddi bir iç kavgaya sürüklendiği , tekelci şirketlerin öncülüğünde bir küresel düzen kurulamadığı ve yeni ortaya çıkan büyük devletlerin kutuplaşmaların ötesinde bağımsız olarak dünya platformuna çıktıkları görülmektedir . Ayrıca Amerikan devletinin sınırları içinde üretim yapan büyük tekelci şirketlerin giderek Siyonist çizgiye sürüklenmesi yüzünden ,Amerikan ekonomisi zor durumlara düşmüş ve Siyonist lobiler şirketlerin desteği ile ABD’yi küçük İsrail’in çıkarları doğrultusunda yönlendirmeye başlayınca, ABD gücünü yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştır . Söz dinlemeyen Amerikalı şirketler ABD devleti ile ters düşünce fabrikalarını Çin’e taşıyarak Şangay Örgütü içinde yer almışlar ve böylece ABD’nin zayıflamasına yol açarak , Çin’in güçlenerek öne çıkmasının öncülüğünü yapmışlardır . Son yıllarda Çin’in ekonomik büyümesinin artması ve ABD’yi geri de bırakmasının ana nedeni ,Siyonist şirketlerin ABD’yi terk ederek Çin’e yerleşmeleri olmuştur

Soru-3-Atlantik emperyalizmi ile Çin arasındaki geleneksel soğuk savaş nasıl gelişmektedir ?
Cevap-3-İkinci dünya savaşı sonrasında Çin Mao’nun gerçekleştirdiği sosyalist bir ülke olarak kalkınma çabası içine girmişti .Uzun yıllar Afyon savaşı ile uyutulan dünyanın en kalabalık ülkesi , bugün küreselleşme aşaması ile beraber dünyanın önde gelen en büyük ekonomisine dönüşmektedir . Büyük İsraili dünyanın ortasında kurmak isteyen Siyonistler , 21.asırı bir Çin yüzyılına çevirerek yepyeni bir dünya düzeni kurabilmenin çabası içindedirler . Çin malları her geçen gün bütün dünya piyasalarında öne geçerken , Çin deniz ulaşımı yarışında çok gerilerde kalıyordu . İngiltere ve ABD gibi iki büyük deniz gücü denizlerde hegemonyalarını sürdürürken, Çin kıtalar arası ticarette çok gerilerde kalıyordu . Üretimde çok öne geçen Çin nakliyat sorununu çözemediği için ekonomik yarışta gerilerde kalıyordu .Eski İpek yolu İngiltere ve Fransa tarafından kesildiği için Çinliler orta dünya ve batı ülkelerine kara yolundan ulaşamıyorlardı . İşte şimdi yeni imzalanan İpek Yolu protokolü ile Çin’den başlayacak olan orta kuşak yol ve nakliyat hatları Çin ürünlerini birkaç günlük ulaşım sonrasında dünya pazarlarına getirebilecektir .Batı pazarlarına uzaklığı yüzünden ticari rekabet şansı yakalayamayan Çin , Orta Koridor yapılanması ile Pekin-Londra hattını açarak doğunun ürünlerini batılı ülkelerin piyasa üzerinden kullanımına sunabilecektir . İngiltere’nin ABD ile birlikte Atlantik ittifakı içinde hareket etmesi yüzünden, Çin’in Avrupa pazarlarında Londra’yı bırakarak Hamburg ve Venedik limanlarını Atlas okyanusuna çıkış kapısı olarak kullanabileceği ihtimalini öne çıkarmaktadır .OBOR adı verilen ve Orta Koridor olarak tanımlanan Yeni İpek Yolu’nun gerçekleştirilmesi ile ilgili toplantı ve protokollara ABD’nin öncülüğünde İngiltere ve Fransa ile birlikte Hindistan,Avustralya ve Yeni Zellanda gibi Asya ülkeleri de katılmayarak imzalamamışlardır . ABD-Çin arasındaki rekabette eski İngiliz sömürgeleri ile batıya yakın güçlerin Atlantik ittifakı ile ortak hareket ettikleri görülmektedir . Atlantik baskısını sürdüren ABD , Çin’in hegemonyası altındaki bir Avrasya koridoru antlaşmasına engel çıkarmaya çalıştığı açıkça ortaya çıkmıştır . Atlantikçi cephe Pasifik okyanusunu da kontrol altına almaya çalışırken , Avrasya koridorunda Çin’i yalnız bırakabilmenin arayışı içinde olmuştur .

Soru-4- Yeni İpek Yolu oluşumunda Rusya ile Çin arasında nasıl bir ilişki bulunuyor ?
Cevap-4-Pekin’den başlayan Orta Koridor’un önemli bir kısmı Rusya Federasyonu sınırları içinden geçmektedir .Bu durumda Rusya Avrasya koridoru oluşturulmasında ,Çin ile birlikte hareket etmekte ve bu doğrultuda Asya-Avrupa ülkelerinin bir araya gelmesinde Çin ile birlikte öncülük yapmaktadır . Çin gibi büyük bir kara devleti olan ve haritanın kuzey yarıküresine hapsolan Rusya , OBOR adı ile yapılmakta olan orta kuşak ve yol projesi ile kendi çıkarları açısından yakından ilgilenmektedir . Atlantik emperyalizminin Avrupalı emperyalistleri de yanına alarak Asya kıtasını ele geçirme girişimlerine karşı Rusya ile Çin bir araya gelerek karşı çıkmışlar ve bu doğrultuda bir Şangay İşbirliği Örgütü kurarak bütün Asya ülkelerini batı emperyalizminin doğu ülkelerini ele geçirmesine karşı direnmişlerdir .ABD,İngiltere ve Fransa gibi batılı emperyalistlerin yeni İpek Yolu projesini engellemelerine karşı Çin ve Rusya çok yönlü bir işbirliğine girerek , Asya kıtasının bağımsızlığının öncülüğünü yapmaya çalışmışlardır . Şangay Örgütü çatısı altında başlayan Çin-Rus işbirliği aynı zamanda orta koridorun kurularak işletmeye açılmasında da etkin bir biçimde devam etmiş ve iki büyük ülkeyi her açıdan batılı emperyalistlere karşı bir ortak direnişe sürüklemiştir .Rusya’nın öncülüğündeki Avrasya Ekonomik İşbirliği örgütünün batı pazarlarına ulaşmasında da , OBORprojesinin gelecekte önemli yeri olacaktır . Rusya’nın enerji kaynakları yeni Orta Koridor sayesinde batılı ülkelerin ihtiyaçlarını karşılayabilecek düzeyde yaygın bir dağıtım ağına sahip olacaklardır .

Soru-5- Orta Koridor Orta Dünya’dan geçerken ne gibi gelişmeler gündeme gelecektir ?
Cevap-5-Pekin-Londra hattında geliştirilecek olan Yeni İpek Yolu Orta Dünya adı verilen merkezi coğrafyadan geçerken çeşitli sorunların ortaya çıkacağı görülmektedir . Güzergah üzerindeki bütün devletler yeni ticaret yolunun kendi ülkelerinden geçmesi için çalışırlarken , ABD ve batılı ülkeler böyle bir yaygın projenin gerçekleşmesini önleyebilmenin arayışı içine girmişlerdir .Birinci Dünya Savaşı sürecinde İngilizler Osmanlı topraklarına gelirkenmerkezi coğrafyaya Orta Doğu adını vererek kendi ülkelerini dünyanın tam ortası olarak ilan etmişlerdir .İkinci Dünya Savaşı sonrasında ABD’nin sırtına binerek merkeze gelen Yahudiler’de iki bin yıl sonra yeniden bir Yahudi devleti kurarken , kutsal topraklara Orta Dünya adını takmışlardır .Merkezi coğrafya bir yüzyıllık dönem içerisinde Orta Doğu’dan Orta Dünyaya geçerken, emperyalist İngiltere ile Siyonist İsrail arasında bir çekişme yaşanmaktadır . Şimdi bu çekişmeye Orta Koridor projesi ile Çin’de girmekte ve Asya üzerinden Avrupa limanlarına ulaşacak bir orta koridorun güvenliği için merkezi coğrafyadaki gelişmeler ile batılı emperyal devletler gibi yakından ilgilenmek durumunda kalmaktadır .Şimdiye kadar Asya kıtasının en ucunda evrensel pazarlara uzak bir konumda varlığını sürdüren Çin’in yeni dönemde daha etkin bir konuma gelmek için mücadele ettiği göze çarpmaktadır . Orta Doğu sorunlarına bugüne kadar Asya’nın doğu kıyılarından bakmak durumunda kalan Çin , yeni dönemde kendisine bağlı bir Avrasya koridorunun yapımında , işletmesinde ve korunmasında etkin bir öncülük yapmak durumundadır . Bu nedenle de , Orta Dünya’da geçmişten gelen İngiltere ve Fransa ile , bugünkü İsrail ve ABD hegemonyalarını karşısına alacak bir yeni tutum içine girmektedir . Batı blokunun öncüsü olan ABD bu yüzden yıllar sonra yeniden Orta Doğu bölgesine gelerek ,bu bölgede İsrail’in bekası ile petrol kaynaklarının güvenliğinin yanı sıra ,Orta Koridor aracılığı ile merkeze gelen Çin hegemonyasına da karşı çıkmak durumundadır . Son zamanlarda ABD’nin Suriye savaşına daha aktif katılımı , bu doğrultuda bölgeye asker ve tank göndermesi tesadüf değil ,aksine Çin emperyalizminin merkezi coğrafyayı Orta Koridor aracılığı ile ele geçirmesini önlemek içindir . Bu nedenle , ABD yeni dönemde ,Çin’in Orta Doğu bölgesine gelmesini önlemek için kendi kontrolü altında doğunun cephe ülkesi konumundaki İran ile Türkiye’yi savaştırmaya çalıştığı görülmektedir .

Soru-6-Tam bu aşamada Nato’nun Suriye savaşına katılma kararı alması nasıl açıklanabilir ?
Cevap-6-İkinci dünya savaşı sonrasında İsrail’in güvenliğini tek başına sağlamaya çalışan ABD’nin bu işi artık batılı ülkelerin katılımı ile yapmak istediği anlaşılmaktadır . ABD tek başına küresel bir düzen kuramadığı için bir iç savaşa sürüklenmiştir .Hrıstıyan ve Yahudi lobileri Amerikan devleti içinde kavga eder hale gelmişlerdir . Siyonistler ile Evanjelikler , Anglo-Saksonlar ile Protestanlara karşı savaş açmışlardır . CİA ile FBİ karşı karşıya gelirken , ABD’nin tek başına dünyanın merkezinde bütün Asya ülkelerine karşı direnebilmesi pek mümkün görünmemektedir . Çin giderek hızlanan ekonomik büyümesi ile küreselleşme sürecinin yeni patronu konumuna gelirken , Avrasya ülkelerinden geçecek bir Orta Koridor ile Asya ve Avrupa ülkelerini kendi yanına doğru çekmektedir . Böyle bir durum gerçekleşirse o zaman Amerikan çağı bitecek , batının hegemonyası sona ererken Çin’in önderliğinde doğunun hegemonyası devreye girecektir . Küreselleşmenin yeni patronu Çin olurken , kendisinin merkezinde bulunduğu bir küresel düzen kuramayan Amerikan devleti iç çatışmalar yolu ile dağılma ve çökme çizgisine doğru sürüklenecektir . Daha şimdiden Teksas,Alaska ve Kaliforniya gibi bazı büyük eyaletlerin ABD’den ayrılmaya kalkışması Amerikan Federasyonunun sonunun geldiğini göstermektedir . Zor durumdaki ABD’ninNato gibi bir uluslararası güvenlik örgütünü merkezi alandaki gücünü korumak üzere devreye sokacağı giderek ortaya çıkmaktadır . Terör örgütlerine karşı batılı ülkelerin oluşturduğu koalisyona Nato’nun da katılma kararı alması , ABD ile birlikte bütün batılı ülkelerin Orta Dünya’daki hegemonya savaşına katılacaklarını göstermektedir . Ekonomik açıdan gerileyen ve birincilik ünvanını Çin’e kaptıran ABD , doğu gücü olarak Çin’in yükselişini n önünü kesmek için çaba gösterirken yalnız kalmamak üzere bütün Nato üyesi ülkelerin askerlerini batının merkezi egemenliği doğrultusunda kullanacağını belli etmektedir .

Soru-7-Avrupa Birliği Orta Koridor için nasıl hareket ediyor ?
Cevap-7-Çin’den başlayan İpek Yolları hem kara yolu hem de demiryolu olarak Avrupa kıtasının çeşitli ülkelerinin liman kentlerine ulaşacaktır . Hamburg,Amsterdam,,Lizbon,Marsilya ve Venedik gibi büyük limanlar önümüzdeki dönemde Çin mallarının depoları haline dönüştüğü zaman , Amerikan malları eskisi gibi kolayca Avrupa pazarlarına giremeyecektir . Çin ve ABD malları üzerinden başlayacak olan bir rekabetin zamanla yarışa dönmesi . sömürgecilik tarihinde zaman zaman görülmüş olan pazar ve piyasa savaşlarına dönüşebilecektir . Küresel patronların baskılarıyla kıtasal birliğe yönelmiş olan Avrupa ülkelerinin çoğunun iflas etmesi ve ekonomik durgunluğa sürüklenmeleri yüzünden Avrupa ülkelerine ulaştırılacak olan Yeni İpek Yolu koridorları , Avrupa açısından yeni bir umut olarak devreye girecektir . İngiltere zaman içinde Pekin koridorunun Londra’ya ulaşmasını kabül ederek ABD’den uzaklaşma görüntüsü vermektedir .Brexit sonrasında İngiltere ,daha farklı bir yapılanmaya doğru yönelirken küresel finans sisteminin daha etkin bir biçimde işletilmesini hedef almıştır .Avrupa Birliği içinde yer alan Doğu Avrupa ülkelerinden Polonya,Macaristan ,Bulgaristan ve Romanya gibi ülkeler Asya kökenli halkları nedeniyle Avrupa Birliğinden uzaklaşarak Çin merkezli bir Asya ya da Avrasya yapılanması içerisinde yer alabileceklerdir . Avrupa Birliğinin de zaman içinde dağılması yeni kamplaşmalar yaratacağı için , Çin merkezli bir Avrasya Koridoru Asya gibi Avrupa kıtasını da eskisinden çok farklı yeni bir sürece doğru sürükleyecektir . Orta koridor Çin mallarını kara yolu ile batı pazarlarına ulaştırırken , aynı zamanda Avrupa ülkelerinin üretimi olan malların aynı koridor üzerinden Asya pazarlarına ulaşmasını da sağlayacak ve böylece Avrupa ülkelerinin ABD’den uzaklaşarak Asya ülkeleri ile yakın ticari ilişkilere yönelmelerini sağlayacaktır . Yüzyıllarca dünyayı denizler üzerinden yönetmiş olan Atlantik emperyalizmi yeni dönemde eski gücünü kaybedecektir . Çin İpek Yolu ile birinci ekonomik güç konumuna gelirken , önü kesilen ABD bugünkü konumunu elinden kaçıracaktır . İpek Yolu ile yeniden kara ticaret yolları öne çıkarken , deniz ticaret yolları önemini yitirerek dünya denizlerindeki ABD ve İngiliz hegemonyasının sona erdiği bir döneme girilecektir .

Soru-8- Orta Dünya’da Orta Koridor başarılı olabilecek mi ?
Cevap-8-Orta Koridor olarak devreye girecek olan Yeni İpek Yolunun başarılı bir biçimde işlemesi bölge devletlerinin bu projeye sahip çıkmaları ile mümkün olabilecektir . Orta Koridor sayesinde Avrasya ülkeleri bir bütünleşmeye doğru giderken Amerika Birleşik Devletlerinin ticareti fazlasıyla gerileyecektir . İşte bu nedenle ABD yenilgiyi önlemek ve Avrasya ülkelerinin bütünüyle Çin’in kontrolü altına girmesini önlemek doğrultusunda Orta Dünya’ya gelerek savaşmaya çalışacaktır . Bu nedenle , uluslararası terör örgütleri emperyal devletlerin istihbarat kuruluşları tarafından azdırılmakta ve bütün Asya ülkelerinin Atlantik emperyalizmi ve Siyonizm ittifakının hükümranlığı altına girmesini sağlayacak bir üçüncü dünya savaşı çıkartılmaya çalışılmaktadır . Böylesine bir savaş çıkartılırsa o zaman yeniden Atlantik güçleri ile Siyonistlerin dünyaya egemen olacaklardır.

CUMHURİYETÇİ BİRLİK ÇAĞRISI & Cumhuriyetçi Birlik Hareketi Başkanı "Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN" (Yazım-Yayın Dağıtım Tarihi: 06 AĞUSTOS 2015)

CUMHURİYETÇİ BİRLİK ÇAĞRISI 
Cumhuriyetçi Birlik Hareketi Başkanı: 
Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN
Ankara: 06 Ağustos 2015
Bizler , CUMHURİYETÇİ BİRLİK PLATFORMU üyeleri olarak , önümüzdeki 29 Ekim 2015 tarihinde 92. Yıldönümünü kutlayacağımız TÜRKİYE CUMHURİYETİ’nin , kurucu önderimiz Büyük Atatürk’ün cumhuriyetin genç kuşaklarına emanet ettiği çağdaş uygarlık çizgisinde , ilelebet var olabilmesi ve sonsuza kadar yaşayabilmesi için , uluslar arası konjonktürün Türk ulusunu içine sürüklemiş olduğu siyasal çıkmazdan Türk devletinin kurtulabilmesi amacıyla ,yeniden vatansever bir çizgide milli mücadele görevine çağırıyoruz . 

Küresel emperyalizmin işbirlikçi ve mandacı bazı aydın kesimlerin aracılığı ile ikinci cumhuriyetçilik maskesi altında Türkiye’ye girmesi ve sermaye çevrelerinin dışa açılma bahanesi ile böylesine bir dönüşümü desteklemesi yüzünden , Türkiye Cumhuriyeti büyük bir siyasal çıkmazın içine girmiştir . ABD yönlendirmesiyle küreselleşme , Avrupa ülkelerinin öncülüğünde Avrupa Birliği ve İsrail’in zorlamalarıyla Büyük İsrail projeleri ,Atatürk’ün bizlere miras olarak bıraktığı cumhuriyet devletini fazlasıyla sarsmış ve zayıflatmıştır . Soğuk savaş yıllarında ABD-Avrupa Birliği ve İsrail üçgeninde bir batı emperyalizmi kıskacına sokulan Türk devleti , çeşitli küresel ve bölgesel projelerin batı dünyasından zorla dayatılması nedeniyle küçülerek tasfiye edilme aşamasına getirilmiştir . Dış merkezli emperyal oyunlara Türkiye alet olurken , hegemonya peşinde koşan batılı devletler ve şirketler ile yakınlık içine giren işbirlikçi ve mandacı kesimler ,fazlasıyla zenginleşerek ülkenin yeni patronu konumunda oligarşik bir düzen yaratmışlardır .. 

Eski Nato komutanlarının dile getirdiği gibi , önümüzdeki beş yılda merkezi coğrafyadaki on devletin yıkılacağı açıkça ifade edilirken , Türkiye’nin de Orta Doğulu komşuları ile birlikte toplu bir yok olma senaryosuna feda edileceği görülmektedir . Değişim kılığında öne sürülen yıkım projeleri ile her geçen gün Türkiye Cumhuriyeti batılı emperyalist güçlerin daha fazla etkin konuma geldiği bir yarı sömürge ülke durumuna getirilmiştir . Dünyanın merkezi gücü olan Osmanlı İmparatorluğu önce yarı sömürge konumuna getirilmiş ve daha sonra da teslim alınarak tasfiye edilmiştir . Bugün aynı oyun Osmanlı sonrasında bir ulusal kurtuluş savaşı verilerek kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyetine karşı oynanmak istenmektedir . Osmanlı İmparatorluğu yarı sömürge konumundan kurtulabilmek için son yüzyılında büyük modernleşme hamlelerine girişmiş ama dış müdahaleler yolu ile bunlar önlenerek , merkezi imparatorluğun çöküşü gerçekleştirilmiştir . Dün merkezi imparatorluğu çökerten batılı emperyalistler, bugün de Osmanlı topraklarında kurulmuş olan ulus devletleri iç karışıklıklar ve savaşlar yaratarak ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadırlar . Arap baharı girişimleri beraberinde yeni terör olayları ve iç savaşlar yaratarak , bu yönde merkez ülkelerin tasfiyesini hızlandırmıştır . 

Uluslar arası gelişmeler doğrultusunda ,reform isteyen ikinci cumhuriyetçiler, mandacı işbirlikçiler , alt kimlikçi federasyoncular , ılımlı İslamcı görünen şeriatçılar ile emperyalizm ve Siyonizm ile her türlü işbirliğine açık olan oportünistlerin oluşturduğu hukuk dinlemeyenler koalisyonu üyeleri ortaklaşa Atatürk’ün çağdaş cumhuriyetine saldırmaktadırlar . Emperyalizmin desteklediği kayıt dışı ekonomi sayesinde elde edilen sıcak paralar, mafya örgütleri sayesinde yer altı dünyasının ülkede daha da güçlenmesine yol açmıştır . Kaynağı belli olmayan sıcak para trafiği ile Türkiye iyice sömürgeleştirilmektedir . Bu kesimler ile işbirliği yapan siyasal çevreler de , hem bu tür ilişkilerden paylarını almakta , hem de çıkar ilişkisi içinde oldukları yer altı dünyasına karşı hiçbir önlem almayarak bir anlamda dolaylı destek vermektedirler . Küresel sermaye medya alanının bütünüyle denetimi altına alarak kamuoyunda aykırı seslerin çıkmasına izin vermemekte ve halk kitlelerinin eskisi gibi uyutulması misyonunu daha gelişmiş yöntemler ile devam ettirmektedir . Bir anlamda , dünya ülkelerinde demokrasilerin halk egemenliğinden sermaye egemenliğine doğru kaydırıldığı ve bu doğrultuda gündeme gelen sermaye egemenliği anlamında gündeme gelen kapitokrasilerin demokrasilerin yerini aldığı görülmektedir . 

Bu kadar çok yönlü olumsuz gelişmeler karşısında nüfusu seksen milyona yaklaşan Türkiye Cumhuriyeti devletinin silkinerek toparlanması ve kendine gelmesi gerekmektedir . Küresel sermaye daha küçük devletler istediğinden bütün dünya uluslar arası terör örgütleri aracılığı ile bir kargaşa dönemine doğru sürüklenmektedir . Emperyalizmin desteğindeki terör örgütleri aracılığı ile bilinçli bir biçimde kaos ortamı yaratılmakta ve kaosdan sonra yeni bir düzen arayışı öne çıkarılmaktadır. Kentlerde gökdelenlerin yapıldığı merkezi alanlardaki eski evler nasıl yıkılıyorsa ve gökdelenler aracılığı ile geleceğin kent devletleri yaratılmaya çalışılıyorsa , benzeri bir biçimde bölgesel federasyonların oluşturulabilmesi için de , ulus devletler parçalanarak tasfiye edilmeye çalışılmaktadır . Yeni demokrasi plan ve projeleri doğrultusunda gerçekleştirilmeye çalışılan bu dağıtma operasyonunda emperyal güçler yerli ortakları ile devletlere karşı savaş açmışlardır . Bir anlamda demokrasi adına sivil toplumlar öne çıkarılırken , diğer yandan da toplumlar ile devletlerin geçmişten gelen bağları kopartılmaktadır . Daha önceleri toplumlar kendi devletlerini kurarken , şimdi sivil toplumculuk adına toplumlar kendi devletlerine karşı ayaklandırılmaktadır . Geleneksel demokrasiler yeni demokrasilere dönüştürülürken , milletler sivil toplumlara dönüştürülmekte ve bu yoldan devlet millet birlikteliği ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır . 

Yunanistan devleti , küresel emperyalizmin modeline uygun olarak kurulan Yeni Demokrasi partisinin uzun süreli iktidarları döneminde yarı sömürge konumuna düşerek iflas etmiştir .Türkiye’de de bir zamanlar iş adamları derneği başkanı Yeni Demokrasi adıyla bir parti kurmuş ,boğazdaki zenginlerin temsilcisi olarak ekonomi üzerinden devleti yönetmeye kalkışmış ama Anadolu halkının sağ duyusu nedeniyle yüzde bir bile oy alamamıştır . Para basma hakkı elinden alınan her devlet piyasaya mahkum edilirken , ekonomik oyunlar ile tasfiye edilme aşamalarına getirilmektedir . Bölgesel para projesi yüzünden Avrupa Birliği Büyük Almanya’ya dönüşmüş ve diğer Avrupa devletleri piyasa üzerinden yönetilir hale getirilerek gerçek anlamda bir devlet olma durumundan uzaklaştırılmışlardır . Yeni demokrasi adı altındaki emperyal projeler devletleri dağılma noktasına getirdiği gibi cumhuriyet rejimlerini de çökme tehlikesi ile karşı karşıya bırakmaktadır. Bugün Türkiye Cumhuriyeti böylesine bir emperyal projenin tehdidi altındadır . Büyük Atatürk’ün kurmuş olduğu çağdaş cumhuriyet rejimi ulusal ,üniter ve merkezi bir konumda geleceğe dönük yaşamını sürdürürken , dıştan kumandalı emperyal manüplasyonlar yüzünden ilelebet payidar olamama tehdidi ile karşı karşıyadır . Bu nedenle , yeni demokrasi projelerinin çökerttiği Türkiye Cumhuriyetinin sonsuza kadar yaşayabilmesi için , cumhuriyet rejimine tam anlamıyla sahip çıkacak bir yeni cumhuriyetçilik akımına acilen gereksinme bulunmaktadır . 

Türkiye cumhuriyetinin , kurucu önder Atatürk’ün Türk ulusuna hedef gösterdiği gibi ilelebet payidar olabilmesi için yeni bir cumhuriyetçilik gerekmektedir . Putin’in yıllardır Rusya’yı büyük bir devlet olarak yönetmesini sağlayan akım ve partinin adının “Rusya’nın Birliği “ olduğu dikkate alınırsa , Türkiye Cumhuriyetinin de yeniden doğarak güçlü bir biçimde yola devam edebilmesi için bir “Cumhuriyetçi Birlik “ hareketine ihtiyaç vardır . Cumhuriyetçi Birlik Platformu , bu gereksinmeyi karşılayabilme doğrultusunda yeni bir cumhuriyetçi hareket olarak ,Türk ulusunu Cumhuriyetçi Birlik çatısı altında toplanarak Türkiye Cumhuriyetininin yirmibirinci yüzyılda hak ettiği yere gelebilmesi için Kuvayı Milliye’nin devamı olan yeniden bir milli mücadeleye çağırmaktadır .

ANKARA KALESİ KATAR TÜRKİYE’YE NE KATAR? "Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN" (ANAYURT GAZETESİ, Ankara: 14 Haziran 2017) -Katar nasıl bir ülkedir ?


ANKARA KALESİ
KATAR TÜRKİYE’YE NE KATAR ? 
Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN 
ANAYURT GAZETESİ
14 Haziran 2017

S-1- Katar nasıl bir ülkedir ?
C-1- Katar Orta Doğu’nun tam ortasında ,ayrıca Basra Körfezi’nin de tam merkezinde yer alan bir yarımada ülkesidir . Körfezin güney kıyısında Arabistan sınırından İran’a doğru uzanan bir jeopolitik konuma sahiptir . 22.000 kilometre kare yüzölçümüne sahip bulunan bu Arap ülkesinde dünyanın çeşitli ülkelerinden çalışmak için gelen büyük işçi topluluklarıyla birlikte beş milyona yakın insan yaşamaktadır .Doğal yapısı itibarıyla bir taş çölü yüzeyine sahip bulunan Katar ülkesi ,ikinci dünya savaşı sonrasında petrol şirketlerinin bu bölgeye gelmesiyle birlikte çöl ülkesinden petrol ülkesine doğru bir değişim geçirmiştir . Katar’ın petrol ile başlayan macerası daha sonraki aşamada doğal gaz rezervleri ile birlikte devam ederken , dünyanın en küçük ülkelerinden birisi olan Katar , yirmi birinci yüzyıla girerken aynı zamanda yer kürenin en zengin ülkelerinden birisi konumuna gelmiştir . Batılı petrol şirketleriyle birlikte doğal gaz tekelleri de Katar’ın bu zenginliklerinden yararlanabilmek üzere bu ülkeye gelmişler ve Katar’ı dünyanın en zengin ülkelerinden birisi haline getirmişlerdir . İran ve Pakistan’dan gelen binlerce işçi petrol ve doğal gaz şirketlerinin kampuslarında çalışarak enerji üretimi yapmışlar ve bu sürecin sonunda bugünkü Katar devleti meydana çıkmıştır . Dünyanın en küçük devletlerinden birisi olan Katar’ın , gene dünyanın en zengin ülkelerinden birisi konumuna gelmesiyle birlikte ortaya bir çok sorun çıkmış ve bu yarım adanın başı dertten bugüne kadar kurtulamamıştır . Bugün zenginler Katar’ kıskanmakta ve önünü kesmeye çalışmaktadır .

S-2- Katar’ın nasıl bir tarihi vardır ?
C-2- Katar eski bir Osmanlı ülkesi olmasına rağmen,merkezi coğrafyanın tarih öncesi dönemlerden gelen bölgesel tarihi içinde yer alan bir geçmişe sahip bulunmaktadır . Merkezi coğrafyada meydana gelen siyasal gelişmeler bütün bölge ülkeleriyle birlikte Katar’ı da yakından etkilemiştir . Özellikle Arap yarımadası üzerinden meydana gelen yeni siyasal yapılanmalar bu yarımadanın bir parçası konumunda olan Katar’ı da doğrudan etkilemiştir . Katar bir küçük coğrafya olarak hiçbir zaman ayrı devlet olma şansına sahip olamamıştır . Merkezi alanı kontrol altına alan bütün büyük güçler ya da emperyal devletler bölgenin diğer yerleri ile birlikte Katar’ı da bu coğrafyanın bir parçası olarak ele geçirmişlerdir . Asya ve Avrupa kökenli emperyal saldırılar bölge ile birlikte Katar’ı da içine almıştır . Orta Doğu’da Osmanlı öncesinde kurulan Roma,Bizans, Emevi, Abbasi,Selçuklu gibi devletlerin sınırları içinde yer alan Katar’a zaman zaman çeşitli topluluklar gelerek yerleşmiştir . Özellikle İslamiyet’in ortaya çıktığı sekizinci yüzyılda Hazar İmparatorluğundan gelen göçlerin bazı uzantıları Katar yarımadasında yerleşmişlerdir . Bu nedenle , Katar isminin Hazar kavramından ileri geldiği öne sürülmüştür . Hazar-Tatar-Macar ve Katar sözcükleri arasında tarihsel bir süreç bağlantısı olduğu , Hazar’dan yapılan göçler arasında bu yarımadaya gelen Hazar boyunun bu ülkeye Katar adını verdiği bazı kaynaklarda öne sürülmüştür . Orta Doğu’nun Arap dünyasında Filistinliler gibi Hindistan kökenli bir halk topluluğu nasıl bugünlerde de yaşıyorsa ,Hazar kökenli Katar’lıların da bu çizgide bölgede var oldukları öne sürülmüştür . Hatta daha da ileri gidilerek Batı dünyasının Hazar lobileri tarafından yönetilen büyük şirketlerinin gene merkezi coğrafyaya gelirken Katar’ı üs olarak seçtikleri de dile getirilmektedir . Bir anlamda tarihten gelen bir Hazar-Katar çizgisi günümüze uzanmaktadır . Katar’ın bölgedeki devletlerden ayrılan yanı emperyal güçler tarafından bölge devletlerine karşı kullanılmıştır . İngiliz icadı olan Vahhabillik Osmanlı devletine karşı harekete geçerken Katar’ı merkez olarak seçmiştir.Osmanlılar I913 yılında Katar üzerindeki haklarından vazgeçmiş ve bu ülke 1916 yılında İngiltere’ye doğrudan bağlanmıştır . İngiltere bölgenin haritasını çizerken , 7 kız kardeş adı verilen 7 büyük petrol şirketine Basra körfezinde ayrı ayrı şeyhlikler ve krallıklar üzerinden alanlar tahsis ederken , Katar’da diğer körfez ülkeleriyle birlikte bağımsız devlet konumuna gelmiştir . 1970 yılının Mayıs ayında Katar diğer Birleşmiş Milletler üyesi devletler gibi bağımsızlığını kazanmıştır ama eski İngiliz sömürgeleri gibi “COMMON WEALTH “ ülkesi konumunu da muhafaza etmiştir .

S-3- Katar 20 .yüzyılda ne gibi gelişmeler ile karşı karşıya kaldı ?
C-3-Katar devleti 1971 yılından sonra bağımsız emirlik olarak çalışmalarını sürdürdü ama Körfez de kurulan Birleşik Arap Emirlikleri federasyonunda yer almayarak Arap Birliği ve Birleşmiş Milletlere doğrudan üye olarak daha sağlam bir devlet statüsünü kazanmıştır .Katar Emiri ülkesini güçlendirirken , başbakanın kendisine karşı darbesi ile karşılaşmış batılı emperyalistlerin desteğini alan Katar başbakanı Emir’i tahttan indirerek, yerine geçerek ülkeyi modernleştirme doğrultusunda önemli adımlar atmıştır . Yeni Katar şeyhi kendisini aynı zamanda Halife ilan ederek krallık ile birlikte bir din devleti yapılanmasını da aynı zamanda tamamlamaya çalışmıştır . Petrol şirketleri bu küçük ülkenin iç işlerine karışırken önce başbakan darbesini şeyhe karşı desteklemişler, daha sonra da yeni şeyhin oğlunu babasına karşı kışkırtarak ikinci bir darbenin gerçekleşmesini de sağlamışlardır . Bu gibi dış müdahalelerden kurtulmak isteyen Katar, hem Körfez işbirliği paktına hem de Arap Birliğine üye olarak kendisini güvence altına almaya çalışmıştır .Katar daha sonraki aşamada Suudi Arabistan devleti ile de bir güvenlik antlaşması imzalayarak sınır komşusu ile çatışmaları önlemeye çaba göstermiştir .Ne varki , bu küçük ülke topraklarından çıkartılan petrol ve doğal gaz miktarı kısa zamanda fazlasıyla artınca ortaya çıkan güvenlik sorunlarını Katar devleti Amerika Birleşik Devletleri ile bir güvenlik antlaşması imzalamakta görmüş ve ABD’ye ülke içinde büyük bir askeri üs kurma hakkı tanınarak güvenlik açığı kapatılmaya çalışılmıştır . Bahreyn ve diğer Arap şeyhlikleri ile sınır anlaşmazlıkları bulunan Katar’ın sürekli olarak güvenlik problemi olduğu için ,bu küçük ülke kendi güvenliği için bir çok ülke ile işbirliği antlaşmaları imzalamıştır . Bu çizgide ,en son olarak Türkiye ile de bir güvenlik antlaşması imzalanarak, ABD’ye olduğu gibi Türkiye’ye de bu yarım ada üzerinde bir askeri üs bulundurma hakkı tanınmıştır .

S-4-Bu kadar fazla güvenliğe önem veren Katar , neden günümüzde büyük bir güvenlik sorunu ile karşılaşmıştır ?
C-4-Soğuk savaş döneminde İngiltere ve Fransa ikilisinin çizmiş olduğu sınırlar içerisinde Orta Doğu devletleri belirli bir durgunluk dönemi içinde idi .Bölge devletleri batılı petrol şirketlerinin baskıları altında yollarına devam etmeye çalışırken Arap ve İslam Birliği örgütlerinin çatısı altında birbirleriyle iyi geçinmeye çalışıyorlardı . Ne var ki , küreselleşme dönemi ile birlikte var olan devletlerin parçalanmaları olgusu gündeme gelince , sırasıyla Irak,Libya ve Suriye gibi orta boy merkezi devletler daha küçük devletçikler oluşturularak parçalanmaya çalışılmıştır . Bir yandan etnik ve mezhepsel çatışmalar körüklenerek toplumlar ve devletlerin parçalanması için uğraşılırken diğer yandan da şirketler aracılığı ile devletlerin ve ulusların ekonomik kaynaklarına el konulmaya devam edilmiştir . Bu gün Katar var olan devlet yapısının çok fazla ilerisinde bir ekonomik güce ulaşmış ve bu doğrultuda eline geçen parayı ülke dışında etkin bir biçimde kullanmıştır . Afrika’nın ortasındaki büyük ülke olan Kongo’da Katar bugünkü ülkesinin üç misli toprak alarak bir anlamda yeni bir Afrika ülkesi olmuştur . Ayrıca gelecekte gıda sorunu ile karşılaşmamak için , Sudan ve Somali gibi Afrika ülkelerinde de tarım arazileri satın almıştır .Uluslararası alanda on trilyon doların üzerindeki bir ekonomik gücü çeşitli yatırımlar ile siyasal güce dönüştürmüştür . Bankacılık sistemlerinde Katar büyük ülkelerin fonlarından daha büyük bir yapılanmayı Asya,Avrupa,Afrika ve Latin Amerika kıtalarında gerçekleştirdiği için batılı emperyal güçlerin ciddi bir rakibi olarak hedef haline gelmiştir . Batı sistemi petrol için verdiği paraları bu ülkelere silah satarak geri aldığından dolayı ekonomik alanda büyüyen İran,Libya,Kuveyt gibi Müslüman ülkelerin önü kesilmiştir .Şimdi sıranın Katar’a geldiği görülmektedir . Petrol ve Doğal gaz zengini Katar’a bu zenginlik bırakılmak istenmemekte ,kapitalist sistemin çıkmazlarının aşılmasında petro-dolarlara el konularak eski dengeler korunmak istenmektedir . Suudi Arabistan’ın ABD bankalarında bulunan ikiyüz milyar dolarlık hesaplarına el konulduğu gibi , Katar’ın bankacılık sistemi içindeki fonlarına el konularak bu ülkenin daha fazla batı karşıtı çizgide dış yatırımları yönelmesinin önü kesilmeye çalışılmaktadır . Ayrıca , Arap dünyasına batı tipi demokratik rejimleri getirmek isteyen İngiltere destekli Müslüman kardeşler örgütüne Katar’ın ekonomik yardımlarda bulunması , bölgedeki İsrail ve ABD planlarını bozduğu için bu ülke bugün hiç hak etmediği biçimde teröristlik ile suçlanmaktadır . Orta Doğu bölgesinde savaşı yaygınlaştırmak için silah dağıtan ve satan ABD-İsrail ikilisi açıktan terör örgütlerine destek olurken , Müslüman kardeşler gibi demokrasiyi savunan bir örgütü terör örgütü gibi göstererek , bu örgüt üzerinden Katar’ı terör suçlusu ilan etmeleri tamamen gerçeklere ters düşen bir durumdur . Bölge devletlerine savaş açanların bu çelişkisine bütün dünya bugün karşı çıkmak durumundadır .

S-5- Katar ve Türkiye ilişkileri ne düzeyde sürdürülmektedir ?
C-5-Türkiye Cumhuriyeti bir Orta Doğu devleti olarak , bölgedeki bütün devletler ile ilişkilerini en üst düzeyde geliştirmeye çalışmıştır . Osmanlı döneminden kalma ortaklıklar güncellenerek bölgesel bir dayanışma ortamı yaratılmaya çalışılmış ama İsrail ve ABD ikilisinin bölgeye egemen olma çabaları yüzünden ilişkiler bir türlü geliştirilememiştir . Türkiye bölgede İran,Irak,Suriye ve Mısır gibi büyük devletler ile yakınlıklar oluşturmaya öncelik vermiş ve bu yüzden Körfezin küçük devletleri ile ilişkiler fazla geliştirilememiştir . Son dönemde Irak,Suriye ve Libya gibi bölge devletlerinin parçalanması ile petrol ve doğal gaz trafiği önem kazanınca , Türkiye körfez ülkelerine daha yakın durmaya çalışmıştır . Körfezin küçük devletlerinin hemen hepsi ile ekonomik ilişkiler geliştirilirken , Sünni ya da Şii kimlikli siyasetten uzak durmaya çalışan Katar, laik Türkiye cumhuriyetine diğerlerinden daha yakın gelmiştir . Katar kendi nüfusu içinde Sünni çoğunluğun yanısıra toplumun dörtte biri oranında Şii nüfusa da sahip olduğu için olabildiğince Şii-Sünni çekişmelerinden uzak durmaya çaba göstermiştir .ABD-İsrail ikilisinin Büyük Orta Doğu ve Büyük İsrail projeleri etnik ve mezhepsel çatışmalar çıkarmaya dayandığı için , Katar sahip olduğu nüfus yapısını dikkate alarak Sünni ve Şii kamplaşmalarına karşı mesafeli durarak siyasal ve ekonomik yapısını korumaya çalışmıştır . ABD başkanı ise bölgeye gelerek Şii İran’a karşı Sünni Arabistan’a yüz milyarlarca dolarlık silah satarak bölgede İsrail’in istediği mezhep savaşının kışkırtıcılığınıyapmıştır . Türkiye bir bölge ülkesi olarak bu gibi tehditlerle karşı karşıya kalınca ,kendisini de kurtarmak üzere bölge devletleri ile yakınlaşmaya başlamıştır . ABD-İsrail ve İngiltere üçlüsü Türkiye’yi komşusu olan bölge devletleri ile savaştırmaya çalışırken , Türkiye Katar gibi ülkelerin güvenilir desteği ile bu gibi emperyal oyunları bozmaya çalışmıştır . Türkiye’de işbaşında uzun süre kalan ılımlı İslamcı kadro Arap ve İslam dünyası ile ters düşünce, Katar’a daha yakın durmuş ve batılı emperyalistlerin hazırladığı ekonomik tuzakları aşarken , Katar’ın maddi desteklerinden yararlanmıştır .Katar son yıllarda Türkiye’ye büyük yatırımlar yaparak bankalar,şirketler ve topraklar alarak Türkiye ekonomisinin içine girmiştir .Katar Türkiye’ye ekonomik yatırımların ve yardımlarını artırırken , Türkiye’de büyük bir devlet olarak Katar’da kurduğu askeri üs ile Katar’ın güvenliğinin sağlanmasında önde gelen bir rol üstlenmeye çaba göstermiştir . İki ülke arasında ticaret artarken geleceğe dönük bir biçimde sağlam ilişki düzeni kurulmuştur .

S-6- Katar ile ilgili olarak son kriz olayı nasıl gelişti ?
C-6-Katar’ın son yıllarda artan zenginliği ve uluslararası alanda yaptığı büyük yatırımlar hem batılı devletleri hem de Suudi Arabistan gibi bölge devletlerini rahatsız ediyordu . Bölgede mezhep savaşı çıkartmak isteyen ABD-İsrail ikilisi Suudi Arabistan’a çok miktarda silah satarak bu büyük ülkeyi bir Sünni kamplaşmasının öncüsü yapmağa çalışmıştır . Silahları alan ve ABD desteğini yanına çeken Suudiler de İran’a yönelik bir savaş hazırlığı içine girdikleri aşamada, İran ile Arabistan arasında yer alan Katar devletine yönelik bir komplo içine girmişlerdir .Arabistan Katar ile ilişkilerini keserek diplomatlarını geri çekmesiyle birlikte bölgedeki 8 Müslüman devlet de , Suudiler ile birlikte hareket ederek Katar ile ilişkilerini kestiklerini ileri sürmüşlerdir . ABD ve İsrail ikilisi yıkmak istedikleri devleti önce teröristlikle suçlayarak harekete geçtiği için, benzeri strateji Irak,Suriye ve Libya sonrasında Katar için de gündeme getirilmiştir . Arabistan İran’a karşı bir mezhep savaşı doğrultusunda provoke edilirken ,öncelik İran ile arasında yer alan Katar’a verilerek savaşa giden yolda bu ülke hedef alınarak kışkırtılmıştır .ABD terör örgütlerine dağıttığı silahların parasını Suudiler’den almış ve böylece bölgede savaşın tırmanmasının önünü açmaya çalışmıştır . Arabistan diğer İslam ülkelerini Sünni dayanışması doğrultusunda yanına çekerek , Şiiliğin merkezi görünümündeki İran’a ABD ve İsrail desteği ile meydan okumuştur .ABD başkanı Arabistan’ı ziyaret ederken , Mısır devlet başkanı da oraya gelerek üç devletin başkanı dünyayı yansıtan bir küreyi birlikte avuçlayarak ortaklıklarını tüm kamuoyuna göstermeye çalışmışlardır . Daha önceleri de İsrail’li diplomat ile Arabistan’lı bir komutan ABD başkentinde ortaklıklarını İran ve Türkiye’ye karşı açıklarken ,Müslüman kardeşlere karşı Mısır’da darbe yapan bugünkü başkan Sisi’yi birlikte desteklediklerini ilan ediyorlardı .

Çin’in öncülüğünü yaptığı yeni İpek Yolu projesinin , dünyanın ortasında yer alan bölgeden geçmesi , ABD ve İsrail’in merkezi alanı ele geçirme projelerini tehdit ettiği için merkezi alanda batılı ülkeler acilen savaş çıkartarak yeni ipek yolunun önünü kesmeye yönelmektedirler . Tam bu aşamada Amerika ve İngiltere gibi iki büyük Atlantik gücünün bir çok alanda karşı karşıya gelmesi de Orta Doğu’daki gelişmeleri fazlasıyla etkilemiştir . İngiltere önceden kurmuş olduğu düzeni savunurken bir Sünni-Şii savaşına karşı çıkmaktadır çünkü hem İran’ın hem Arabistan’ın hem de Katar’ın devlet olmasını sağlayan İngiltere’dir . Şimdi Büyük İsrail’in orta dünyada kurulabilmesi için İran ve Arabistan arasında mezhep çatışmaları üzerinden bir büyük savaş çıkartılmaya çalışılmakta ve bu doğrultuda da ilkraund arada kalan ülke olarak Katar üzerinden oynanmaya çalışılmaktadır .Petrol ve gaz kaynaklarının en çok bulunduğu Basra Körfezi bölgesinde mezhepler üzerinden bir dünya savaşı çıkartmak ABD ve İsrail planlarına uygundur ama bu duruma Çin,Rusya,İngiltere , Fransa,Almanya ve Hindistan gibi büyük devletler açıkça karşı çıkmaktadırlar .Kurban olarak seçilen Katar’a, savaş istemeyen ve dünya barışından yana bütün devletler destek olmaktadır .

Türkiye ,bu aşamada ilk günden itibaren Katar’ın yanında olmuş ve bu ülkenin güvenliği için yardımcı olmaya çalışmıştır . Ne var ki , Katar olayının ana amacının bir İran-Arabistan savaşı ya da bir mezhepler çatışması çıkartmak olduğu artık açıkça kesinleşmiştir . Türkiye doğu komşusu İran’a yönelik bir mezhep savaşına girmemek durumundadır . Katar son yıllarda Türk ekonomisine önemli miktarda para aktararak ve yardım yaparak Türk devletinin yanında olmuştur ama bu durum Katar üzerinden bir mezhep savaşına Türkiye’nin sürüklenmesini gerektirmez . Katar Türkiye’ye bir çok maddi desteklerle katkılar sağlamıştır ama Türkiye’de bunun karşılığında Katar’a her türlü yardımı yapmaya çalışmıştır . Bundan sonrası bütün dünyayı tehdit eden ve kıyamet senaryosuna dönüşebilecek bir Orta Doğu savaşı senaryosu olduğuna göre ,Türkiye böyle bir oyuna alet olmamalıdır . Katar sorunu Türkiye’yi büyük komşusu İran ile savaşa sürüklememelidir .

11 Ağustos 2018 Cumartesi

ANKARA KALESİ–233 "YENİ LAVANT SÜRECİNDE KIBRIS" Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN (04.10.2017) -Kıbrıs sorunu daha ciddi boyutlarda dünyanın önünü kapayan ana meselelerden birisi olmayı sürdürmektedir. Bu yüzden de Akdeniz’in doğu bölgesinde yeni bir barış ortamı yaratılamamakta ve Doğu Akdeniz’de yeniden Lavantlaşma olgusu gündeme gelmektedir .


ANKARA KALESİ – 233 
YENİ LAVANT SÜRECİNDE KIBRIS
Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN
(04.10.2017)

Uluslararası alanın şimdiye kadar çözülememiş ve kalıcı bir barış düzenine bağlanamayan önde gelen sorunlarından birisi , Kıbrıs adasındaki çıkmazdır . Dünyanın merkezi coğrafyasında yer alan bu büyük ada her dönemin siyasal gelişmelerinin etkisiyle farklı jeopolitik konumlara sürüklenmiş , o yüzden de geleceğe dönük bir kalıcı koşullar düzenine bir türlü kavuşamamıştır . Bugün Kıbrıs sorunu yüz yıl öncesinden daha karışık koşullarda devam edip gitmekte ve bu nedenle de istendiği gibi kalıcı bir barış ortamı sağlanamadığından , ada üzerinde tarafların her yönü ile anlaştığı bir kalıcı çözüm bir türlü getirilememektedir .Yeni dünya düzeni arayışlarından ciddi bir düzensizlik ortamına geçerken , Kıbrıs sorunu daha ciddi boyutlarda dünyanın önünü kapayan ana meselelerden birisi olmayı sürdürmektedir. Bu yüzden de Akdeniz’in doğu bölgesinde yeni bir barış ortamı yaratılamamakta ve Doğu Akdeniz’de yeniden Lavantlaşma olgusu gündeme gelmektedir .

Yedi yüzyıllık Osmanlı barışı sonrasında İmparatorlukların çöküşü aşamasına gelindiğinde Osmanlı devletinin hemen hemen bütün bölgeleri ayrı devlet olmaya doğru yönlendirilmiştir .O dönemin süper gücü olarak İngiltere , Rus ve Osmanlı imparatorluklarının çöküşü aşamasında , dünyanın merkezine Fransa ile birlikte gelerek , batı emperyalizmi adına Orta Doğu’nun kendilerine bağımlı bir biçimde yeniden yapılandırılmasını bölge ülkelerine dayatmışlardır . Rusların kuzeyden güneye doğru inme aşamasında bölgeye gelen batılı emperyalistler , Balkanlar,Kafkaslar ve Orta Doğu bölgelerinde merkezi yönetime karşı isyanları kışkırtarak , orta dünyayı tek bir imparatorluk yönetiminden uzaklaştırarak , otuzdan fazla devletin harita üzerinde meydana çıkmasına yol açan bir süreci başlatmışlardır . Osmanlı sonrası yeni dönemde ortaya çıkan yeni devletler kendilerini gelecek için kalıcı bir kurumlaşmaya doğru yönlendirdikleri yeni dönemde ,bu kez batılı emperyalist güçlerin etnik ve mezhepsel meseleleri kaşıyarak bölgede önce terörü sonra da sıcak çatışmaları kışkırtarak yeni bir savaş coğrafyası yarattıkları görülmüştür .

Dünya savaşlarının imparatorlukları yok etmesinden sonra ortaya çıkan iki kutuplu soğuk savaş döneminde, yeni kurulan ulus devletler kendilerini geleceğe doğru güçlendirmeye çalışırken, batının önde gelen emperyalist devletleri soğuk savaş sonrası için sıcak çatışma planlarını hazırlayarak uygulama alanına getirmişlerdir .İmparatorluktan ulus devlet dönemine geçerken ortaya çıkan otuz devlet yetersiz görülünce , Büyük Orta Doğu ve Büyük İsrail projeleri doğrultusunda bölgeyi Amerika Birleşik Devletleri gibi elli eyaletlik bir Orta Doğu Birleşik Devletleri yapılanmasına kavuşturabilmek üzere, etnik ve dinsel ayrılıklar kışkırtılarak sıcak çatışmalar üzerinden ulus devletlerin bölünüp parçalanmasına giden yol açılmış ,yirminci yüzyılın ikinci yarısından bu yana batılı gizli servisler merkezi alandaki bütün devletlerin parçalanmasını sağlayacak düzeyde, terörü ve savaş senaryolarını birbiri ardı sıra ,eski Osmanlı hinterlandındaki ülkelerde canlandırmışlardır . Bu doğrultuda , gelecek giderek belirsizleşirken , merkezi alana yönelik olarak hazırlanmış batılı emperyalist senaryolar birbiriyle yarıştırılarak devreye sokulmuş ve yirminci yüzyılın ikinci yarısında yüz binden fazla insan hayatını kaybetmiştir . Emperyal ve Siyonist devletlerin çıkarları birbirinden çok farklı olduğu için yeni bir düzen oluşturma doğrultusunda bir türlü anlaşma sağlanamamış ve bu yüzden hem terör hem de savaş büyüyerek günümüze kadar gelmiştir .

Osmanlı sonrası için İngilizlerin düşündüğü Yakın Doğu Konfederasyonu kurulamayınca ,İsrail’in oluşumu ile Büyük İsrail İmparatorluğu projesi gündeme getirilmiş ama Hrıstıyan batı dünyasının karşı çıkması üzerine bu proje de tam olarak devreye giremeyince ,bunun üzerine Amerika Birleşik Devletleri öncülüğünde bir Büyük Orta Doğu Projesi öne çıkarılmaya çalışılmıştır . Lübnan’da başlatılan terör bölge ülkelerine yayılarak desteklenince ,Orta Doğu devletleri ile birlikte Akdeniz kıyısında yer alan diğer devletler de sırası ile karıştırılarak geniş bir istikrarsızlık ortamı yaratılmıştır . Terör ve savaşın zorla dayatılmasıyla haritalar yeniden çizilmeye çalışılmış ama merkezdeki ulus devletlerin direnerek kendilerini korumaları üzerine , bir türlü Büyük Orta Doğu ya da Büyük İsrail gibi emperyal projeler gerçekleştirilememiştir . Bunlara karşı Almanya’nın öncülüğünde bir Avrupa Birliği projesi giderek Büyük Avrupa görünümünde bölgeye doğru tırmandırılınca , bu durumdan rahatsız olan Atlantik güçleri ve Siyonistler yeni Roma İmparatorluğu görünümünde bir Akdeniz Birliği projesini öne çıkarmışlardır . Eski Roma ,Bizans ve Osmanlı İmparatorlukları dünyanın merkezi denizi olan Akdeniz kıyılarında hüküm sürerken , Akdeniz’in hem doğusunda hem de batısında hegemon bir konuma gelebilmek için çalışmışlardır .

Akdeniz’in batısı Avrupa kıtasının yanında yer alırken , doğusu da Orta Doğu bölgesinde yer alarak haritadaki konumunu kazanmıştır . Batı Akdeniz bir Latin dünyası olarak gelişmeler gösterirken doğu Akdeniz ise ,Hrıstıyan Avrupa’nın ötesinde bir İslam dünyası olarak öne çıkmıştır . Bizans döneminde Doğu Akdeniz’e Lavant adı verildiği için , merkezi denizin doğusu yüzyıllarca Lavant olarakadlandırılmış ve bu doğrultuda gelişmelerin adı konulmaya çalışılmıştır . Kıbrıs adasınını haritada bulunduğu bölgenin gerçek adı Lavantbölgesidir . Şimdiye kadar yeni Orta Doğu bölgesi ya da Büyük Avrupa Birliği yapılanmaları doğrultusunda bir çekişme konusu haline gelen Kıbrıs’ın, yeni dönemde Avrupa Birliği’nin dışında kalacağı ama İsrail’in yangın yerine çevirdiği Orta Doğu bölgesinde yerini alamayacağı ama bu ikisinin ortasında yer alan Doğu Akdeniz yapılanması doğrultusunda bir yerlere doğru yönelebileceği görülmektedir . O zaman , konunun adının Lavant bölgesi olarak konulması gerekmekte ve Doğu Akdeniz bölgesinin Batı Akdeniz ile Orta Doğu bölgelerinin ötesinde kendine özgü koşulları ile yeni harita üzerinde yerini alabileceği yavaş yavaş ortaya çıkmaktadır . Şimdiye kadar bu bölge ile ilgili olarak görülmeyen bazı gelişmelerin son zamanlarda birbirini izlediği ve güncel gelişmeler çizgisinde Lavant bölgesi ile birlikte Kıbrıs adasının adının öne çıktığı görülmektedir .Bizans döneminde Lavant adı verilen bu bölge , batılı emperyalistlerin yeniden Doğu Akdeniz üzerinden merkezi alana yöneldikleri aşamada , öne çıkmakta ve güncel siyasal gelişmelerin tam ortasında yer almaktadır .

Gazze kentinin adının gaz kavramından geldiği , bu kentin altında bölgenin en geniş doğal gaz yataklarının bulunduğu , Kıbrıs adasının kuzey ucundaki Karpas yarımadasının civarında Akdeniz’in en zengin petrol yataklarının bulunduğu , Kıbrıs adası ile Suriye ve Anadolu arasında yer alan Doğu Akdeniz bölgelerinin altında gene Orta Doğu’nun önde gelen ülkeleri kadar zengin petrol yataklarının yer aldığı ,Libya ile Irak arasında yer alan bu bölgede de çok zengin yer altı kaynaklarının bulunduğu son zamanlarda bilim adamları tarafından açıklanmaktadır .Yüzyıllardır Orta Doğu’da petrol kavgası veren batılı emperyalistlerin ya da Siyonistlerin bu kavgayı Lavant bölgesindeki yeni yapılanma döneminde de sürdürdükleri görülmektedir . O yüzden İsrail , Kıbrıs Girit hattı gibi bir yeni hat üzerinden , Doğu Akdeniz’in sularının altından petrol ve doğal gaz bağlantılarının Avrupa kıtası ile yapılmaya çalışıldığı anlaşılmaktadır . Bu doğrultuda , Rusya ve Fransa Güney Kıbrıs’a girerek bu bölgede yeni üsler oluşturmaya çalışmakta , İsrail ise Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti üzerinden Kıbrıs adası üzerindeki etkisini artırarak ada üzerinde kendisine karşı gelişebilecek bazı yeni durumları önlemeye çaba göstermektedir .

Lavant bölgesinde yeni keşfedilen doğal zenginlikler bütün emperyal devletleri yeniden bölgeye çekerken , bölge devletleri de bu durumdan yararlanarak yeni Lavant sürecinde eskisine oranla daha avantajlı bir konuma gelebilmek için uğraşmaktadırlar . Yeni Lavantsürecinde , İsrail Kıbrıs üzerindeki etkisini artırarak bu ada üzerinden Girit ile daha yakın bağlantılar kurmaya çalışmakta ,kendi ülkesinde konuşlandırmak için yer bulamadığı donanması ile Hava kuvvetlerinin uçak filosunu Akdeniz’in ortasında bomboş duran bir kurak ada olarak Girit’e yerleştirmeye çalışmakta , böylece İsrail ile Girit arasında Kıbrıs üzerinden geçen bir Doğu Akdeniz yapılanması çizgisi geliştirerek , Yeni Lavant sürecini tamamlamaya çaba göstermektedir . İsrail , Doğu Akdeniz bölgesinde Büyük Orta Doğu projesine alternatif bir projeyi öncelikli olarak devreye sokarken , Gazze’nin doğal gaz alanından Kıbrıs’ın petrol bölgesine yönelmekte ve bu hat üzerinden yapılacak bir deniz altı boru sistemi ile Lavant bölgesinin doğal zenginliklerini , dünyanın en zengin kıtası olan Avrupa’ya taşımak istemektedir . Akdeniz’in tam ortasında yer alan Girit adası giderek bağlı olduğu Yunanistan devletinden uzaklaşırken , İsrail ile Lavant bölgesi üzerinden yakınlaşmakta ve yeni durum da Kıbrıs adasının yeni konumunu fazlasıyla değiştirmektedir . İsrail Kıbrıs’ı bir köprü yaparak Girit üzerinden Avrupa kıtasına bağlanmaya çalışmakta ve böylece Lavant’ın doğal kaynaklarını zengin Avrupa piyasasında değerlendirmek için yeni siyasetler geliştirmektedir .

Roma İmparatorluğunun birinci yüzyılın başlarında yıkmış olduğu İsrail devleti tarihte üçüncü kez kurulurken, kendisini önceden yıkmış olan Roma İmparatorluğunun yerini almaya çalışmaktadır .Roma kentinin merkezi konumunun yeni dönemde Kudüs’e geçmesiyle birlikte Büyük İsrail’i Orta Doğu topraklarında kuramayan Yahudi devletinin işe Doğu Akdeniz’den başladığı aşamada, yeni Lavant sürecinin bütünüyle Siyonizmin hedeflerine paralel bir doğrultuda gündeme getirdiği ortaya çıkmaktadır . Merkezi topraklara egemen olamayan İsrail , Gazze üzerinden denize açıldığı zaman Kıbrıs ve Girit gibi büyük adaları kontrolü altına almaya çalışmakta ,Araplara,Türklere ve diğer Müslüman topluluklara karşı Yahudi insiyatifini eski Bizans’ın eyaleti olan Lavant bölgesi üzerinden geliştirmeyi hedeflemektedir . Gelecekte bir bütün Akdeniz Birliği oluşturmayı hedefleyen Doğu Akdeniz’deki Lavant yapılanması, bölgedeki diğer devletleri de etkisi altına almakta ve Akdeniz Birliği’ni eyaletlerden oluşan kıyı devletçikleri biçiminde düşünen Lavantyapılanması ,Suriye’yi de Lübnan benzeri küçük eyalet devletçiklerine dönüştürerek , bölgenin en büyük devleti olan Türkiye’nin parçalanmasını da , yeni Lavant oluşumuna uygun bir doğrultuda gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Türkiye’nin Akdeniz kıyısındaki bölgelerde , Akdeniz Birliği ya da Yeni Lavant oluşumuna paralel düzeyde farklı devlet yapılanmalarının hedeflendiği anlaşılmaktadır .

İlk olarak Güney doğu bölgesinden bölünmeye çalışılan Türkiye’nin her bölgesinde Sevr Antlaşması doğrultusunda bölücü eğilimler güçlendirilirken , Edirne merkezli Trakya Cumhuriyeti Avrupa Birliği’nin destekleri ile gündeme gelmiştir .Trakya bölgesi ile birlikte Ege Bölgesinde bir İzmir merkezli İyonya devleti ayrıca bu tip yapılanmalara paralel bir çizgide de Antalya merkezli bir Akdeniz Cumhuriyeti oluşumu öne çıkarılmaktadır . Anadolunun gayrimüslimleri Ege bölgesinde toparlanırken , İstanbul’un Musevi kesimlerinin İsrail’e yakın olma doğrultusunda Antalya üzerinden Akdeniz bölgesine doğru yeni bir yerleşim düzenine yönelirken ,Trakya İyonya ve Klikya üzerinden Yeni Lavant bölgeselleşmesinin gereksinme duyduğu Akdeniz Cumhuriyeti olgusu da yavaş yavaş hayata geçirilmektedir . Böylece Türkiye’nin coğrafi bölgeleri eyaletleşirken , Siyonizm Yeni Lavant projesi üzerinden merkezi coğrafya yapılanmasını tamamlama şansını elde etmektedir . Küçük İsrail’in bölgeye egemen olamadığı bir dönemde ,YeniLavant yapılanması çerçevesinde yeni küçük eyaletler İsrail benzeri oluşturulacağı için Siyonizm bu süreci açıkça desteklemektedir .

Selçuklular yönetiminde sıcak denizlere ulaşan Türkler , Asya kıtasının ortalarından gelerek uygarlıklar denizi olan Akdeniz kıyılarına ulaştığı için dünya imparatorlukları kurmuşlardır.Türkler , bugünBüyük Avrupa,Büyük İsrail ,Büyük Amerika ya da Büyük İngiltere gibi gibiemperyal oluşumlar ile yeniden deniz kıyısından uzaklaştırılarak ,Batı Asya Birliği diyerek Asya’nın kurak topraklarına , uçsuz bucaksız çöllerine ve karanlık dehlizlerine yönlendirilerek esir alınmaya çalışılmaktadır . İşte bu durumun çekişme noktası olarak Doğu Akdeniz yeniden öne çıkarken , Türkiye Cumhuriyeti ‘nin Misakı Milli sınırları içerisinde yer alan Trakya,Ege ve Akdeniz bölgeleri Yeni Lavant Projesi doğrultusunda Anadolu’dan kopartılarak Akdeniz planları içinde kullanılmaya çalışılmaktadırlar . Kapadokya ile Klikya arasında kalan bölgeyi Lavant adı verilen alanın merkezi yeri ilan eden Yeni Lavant’çılar , Lavant projesinin tamamlanması doğrultusunda Kıbrıs adasını da bu projenin merkezi olarak açıklamaktadırlar. İsrail Kıbrıs ve Girit üzerinden ortaya koyduğu Avrupa çizgisini , Ege adaları ve sahilleri üzerinden de sürdürerek ,Balkanları Avrupalıların elinden almaya ve Yeni Lavant Bölgesini Akdeniz üzerinden Balkanlara kadar genişletmeye dikkat etmektedir . Özellikle ikinci dünya savaşında Balkanlar’dan kovulan Yahudi topluluklarının Orta Doğu’ya gelerek İsrail’i kurmaları sonrasında , Yahudiler Avrupa kıtasını Hrıstıyanlara bırakmamak üzere , Doğu Akdeniz üzerinden Balkanlara doğru bir açılımı sürekli olarak gündemde tutmuşlar ve bu yüzden hem Türkiye’nin hem de Yunanistan’ın iç işlerine karışarak bazı siyasal gelişmelerin önünü açmışlardır .

Arap baharı olayları da Akdeniz’in yeniden yapılanmasında öne çıkarken , Tunus ve Libya üzerinden ortaya çıkan karışıklıklar ,Mısır ve Suriye’ye doğru yönlendirilmiştir .Tam bu aşamada benzeri olaylar Kıbrıs adasına bir Türk-Rum çekişmesi olarak yansıtılmaya çalışılmış ama adaya girmiş olan Rus insiyatifi bu tür senaryoları önlemiştir . Güney Kıbrıs’ta sayıları her geçen gün artan Rus asıllı nüfus yapısı Rusya ile yakın ilişkiler kurarak Kıbrıs adasının geleceğinde etkili olmaya başlamıştır .Gelecekte Akdeniz Birliği içinde yer alacak büyük Akdeniz adalarının hepsinin birer ayrı devlet haline dönüştürülmesi planlandığı için ;Korsika,Sardunya,Girit,Sicilya adalarıyla birlikte Kıbrıs’ta tıpkı Malta benzeri bir yeni yapılanma ile karşı karşıya bulunmaktadırlar . Yeni Lavant projesinin merkezi olan Kıbrıs ve Girit adalarını önümüzdeki dönemde İsrail yönlendirmeye çalışmakta ve bir daha Roma İmparatorluğu gibi bir Avrupa insiyatifinin dünyanın merkezi denizi olan Akdeniz’in kıyılarında hegemonya kurarak, merkezi coğrafya da etkinlik sağlamasının önüne geçilmek istenmektedir .Kıbrıs adasının tek devlet olmasını bu yüzden hem Avrupalılar hem de İsrail’liler istemekte ama hiç birisi bu ada üzerinde yaşamakta olan Türklerin ve Rumların geleceği ile ilgilenmemektedirler . Bu doğrultuda , Kıbrıs’ta tek devlet oluşturulması doğrultusunda zaman zaman Kıbrıs konferansları düzenlenmekte ve Avrupa kaynaklı uluslararası merkezler , Türkleri dışlayarak Hrıstıyan Rumlar üzerinden Avrupa Birliği içinde bir Kıbrıs devleti düşünürken , İsrail merkezli Yeni Lavant oluşumu çerçevesinde Siyonistler bu durumu önlemek üzere Türkleri kullanmakta ve zaman içerisinde KKTC adlı kuzeydeki devlet yapılanmasını ekonomi üzerinden Avrupa’nın dışında tutarak , Yeni Lavant’ın içinde kontrol etmeye çalışmaktadır .

Kudüs merkezli Yeni Lavant projesi içinde Kıbrıs adası ikili bir yapıda değil ama tek devlet olarak düşünülmekte ve bu doğrultuda Türklerin Anadolu yarımadasına , Rumların da Ege adalarına doğru göç ettirilmeleri planlanmaktadır . Bu yüzden adadaki Türklerin kalıcı vatandaş olmaları önlenmekte ve Türk-Rum çatışması körüklenerek Rumların da Kıbrıs’ı terk etmelerinin önü açılmak istenmektedir .Batılı gizli servisler Kıbrıs’ın boşaltılması doğrultusunda Türk-Rum çatışmasını körüklemelerine rağmen Rusya’nın adadaki varlığı bu durumu önlemiş , elli bin Rus işadamı güney Kıbrıs üzerinden dünya kıtalarına ekonomik olarak açılırken , yüz bin Rus asıllı insan yerleştiği Kıbrıs adasını Hrıstıyan-Yahudi çekişmesinin dışına çıkarmıştır . Böylece Türk-Rum çekişmesi önlenmiştir .

Avrupa Birliği bir an önce Kıbrıs adasının tamamını kendi sınırları içine almaya çalışırken , Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini tasfiye edecek adımlara öncelik vermekte ve Türkleri eşit bir federe devlet olarak görmemekte direnmektedir . Hrıstıyan batı ülkeleri Kıbrıs’ı bir Rum toprağı olarak görmekte ve böylece güney Kıbrıs üzerinden Avrupa kıtasına bağlamaya öncelik vermektedir .Büyük İsrail ya da Orta Doğu peşinde koşan Siyonizm ve Atlantik emperyalizmi de Türk tarafını Rumlara karşı kullanarak, Avrupa Birliğinin Doğu AkdenizdekiYeni Lavant yapılanması doğrultusunda etkili olmasının önüne geçebilmenin hesaplarını yapmaktadırlar . Geçmişten gelen adanın yerlisi konumundaki Kıbrıslı Türkler beş yüz bine yakın nüfusları ile Londra’nın bir semtinde tutulmakta ve bunların adaya yeniden dönmelerine izin verilmeyerek ,gelecekte İsrail’in Yeni Lavant bölgesinde Vatikan’a karşı daha etkili olacağı farklı bir nüfus yapılanması adanın kuzey bölgesinde oluşturulmaya çalışılmaktadır . Güney Kıbrıs bölgesinde Rus ve Ermeni asıllı nüfus hızla çoğalırken , adadaki Rum varlığı zayıflatılmakta ama Hrıstıyan dayanışması güçlendirilmektedir .Adanın kuzeyinde ise şirketler ve üniversiteler üzerinden İsrail’in etkisi hızla artmakta ,Avrupa Birliği Türk tarafında etkili olamamakta ve sonradan oluşturulan kozmopolit nüfus yapısı ile ada Türkiye’den uzak tutulmaya çalışılmaktadır . Özellikle Kuzey Kıbrıs bölgesinin yönetiminde etkin olan nüfus oranları içinde daha çok İsrail’e yakın duran ; Endülüs göçmeni Maronit ,kripto Yahudi ,konverso ,Sabatay ya da Ermeni asıllı unsurlar ada üzerinde hem İsrail’in etkisinin artmasına hem de Yeni Lavant Projesi doğrultusunda Hrıstıyan batının Doğu Akdeniz üzerindeki etkilerinin azaltılmasına yönelik çalışmalarını sürdürmektedirler .Türk tarafındaki partileşmede Türk olmayan alt kimlikler etkili olmakta ve bu yüzden de Türkiye Kıbrıs sorununda sürekli olarak kaybetmektedir .

Batı kaynaklı Hrıstıyan kesimlerin zorlamaları doğrultusunda son olarak 2017 yılının yaz aylarında son bir Cenevre konferansı düzenlenmiş ve Kıbrıs meselesinin sona erdirilmesi için çaba gösterilmiştir . Barış görüşmeleri Türk ve Rum taraflarının katılımı ile gerçekleştirilmiş ama bu görüşmelere hem Avrupa Birliği hem de İsrail ve Rus lobileri de uzaktan katılmışlardır .Avrupa Kıbrıs’ı İsrail’e kaptırmamak üzere çabalarken , Rusya’da dünyanın merkezinde yer alan bu adanın batı hegemonyasına kaymaması için, bir doğu gücü olarak ağırlığını hissettirmeye çabalamıştır .Dünya konjonktürü bir dengeye oturmadığı için son Cenevre konferansı da sonuçsuz kalmıştır .Altı ana başlıkta toplanan alt sorunların çözümü için ayrı toplantılar düzenlenmiş ama bir türlü iki tarafın ortak çözüm önerilerinde birleşmeleri sağlanamamıştır .Birinci pakette yer alan güvenlik sorunları ve garantilerin kaldırılması gerektiğini Rumlar savunmuş, Türkler ise eski antlaşmalardan gelen garantilerin devamından yana olmuşlardır .Rumlar Türk ordusunun adadan çekilmesini ilk konu olarak gündeme getirmiş ama Türk tarafı da adadaki askeri varlığın devamını kendi varlığı açısından yaşamsal görerek bu öneriye karşı çıkmışlardır . Yönetim ve güç paylaşımında Rumlar KKTC’nin tasfiyesini isteyerek Türklere azınlık olmayı önermiş , Türk tarafı da KKTC yapılanmasından vaz geçmeyerek, geleceğe dönük iki devletli yapının devam etmesini ve bu yoldan Birleşik Kıbrıs Devleti oluşumuna gidilebileceğini savunmuşlardır . Türk tarafı azınlıklaştırılmayıkabületmezken ,aynı zamanda Rum tarafı ile her yönden tam bir eşitlik statüsü talebinde bulunmuştur . Ayrıca adanın üçte biri konumunda toprakların %36’sı Türklerin elindeyken, Rumlar bu oranın %26’ya indirilmesini talep ederek Türkleri zayıflatmak istemişlerdir . Rum tarafı ısrarla Avrupa Birliği hukuku isterken ,Türk tarafı kazanılmış hakları doğrultusunda Rumların bu talebine de karşı çıkmışdır . Barış hareketi sonrasında güneye kaçan Rumların kuzey bölgesindeki topraklarını talep etmeleri de , eşitliğe aykırı olduğu için Türklerce benimsenmemiştir . Türk tarafı ada üzerinde her yönden eşitlik isterken aynı zamanda her yönden özgürlük talebini de yenilemiştir . Ayrıca ekonominin geliştirilmesi ve refah düzeyinin yükseltilmesi için önlemler alınması dile getirilmiş ama anlaşma sağlanamamıştır .

Son Cenevre konferansında Türk tarafının iyi niyetle üzerine düşeni yapmasına rağmen , Kıbrıs sorununun uluslararası boyutu ile Yeni Lavant yapılanması sürecindeki konumu dikkate alınmadığı için sonuç elde edilememiştir . Rumlar Avrupa Birliğinin militanları gibi davranırken , Türk askeri birliklerinin adayı terk etmesini isterken İngiliz askeri üslerine karışmayarak ciddi bir çelişki içine düşmüşlerdir . Birleşmiş Milletler Genel sekreterinin devreye girmesi ve barış çağrısında bulunması da sonuç vermemiş , ada üzerindeki doğu-batı kavgası ile Hrıstıyan-Yahudi çekişmesi devam etmiştir . Görüşmeler bir ortak zemin üzerinde yürütülmediği için mekik diplomasisi işe yaramamış , Birleşmiş Milletler genel sekreteri bu aşamada duruma müdahale etmek istemiş ama istenen sonuç bu doğrultuda da alınamamıştır . Uluslararası konjonktürün egemen güçleri dünya üzerinde estirdikleri anlaşmazlık ve çekişme rüzgarlarını Kıbrıs sorununun çözümü ile ilgili olarak toplanan Cenevre Kongresinde de estirerek anlaşmazlığın kronikleşmesine yardımcı olmuşlardır .Cenevre sonrasında Güney Kıbrıs yönetimi adanın kuzeyinde yer alan ikiyüzden fazla Türk oteline Rumların gitmesini yasaklayarak, adada yeni bir gerginlik ortamının yaratılmasına yol açmıştır .

Cenevre konferansının öncesinde oluşturulan kamuoyu rüzgarları doğrultusunda ,Türk tarafı şimdiye kadar savunduğu geleneksel tezlerinden uzaklaştırılmaya çalışılmıştır . Yirminci yüzyılın soğuk savaş döneminde Kıbrıs adasındaki gelişmeler , ikinci dünya savaşı sonrası yeni uluslararası konjonktürün yansıması olarak gündeme gelmiş ve bu durumda Türk tarafı da kendi çıkarları doğrultusunda bir Kıbrıs politikası belirlemiştir . Yarım yüzyılı aşan bir süre içinde Kıbrıs meselesi çeşitli aşamalar geçirerek bugünlere gelmiştir . Türkiye Cumhuriyeti ve Kuzey Kıbrıs Türk toplumu bu büyük ada üzerindeki konumunu ve haklarını koruyarak yola devam etmeye çalışmıştır . Bu nedenle ,Rum ve batı baskılarına karşı direnme gösterilmiş ve geleceğe dönük bir iki toplumlu yeni bir Kıbrıs düzeni oluşturulmaya çalışılmıştır . Avrupa Birliği süreci içinde Rumlar batının bütün Hrıstıyan devletlerinin desteklerini arkalarına alarak , yeniden adada Türkler için bir azınlık statüsü tanımaya çalışmışlardır . İngiliz mandası döneminden başlayarak , Türk azınlığa karşı Rumların yürütmüş olduğu baskı ve terör olayları nedeniyle, Türk Silahlı Kuvvetlerinin Kıbrıs Barış Harekatını gerçekleştirmek zorunda kaldığını bugün için unutmamak gerekmektedir . Türk ordusunun adaya ayak basmasıyla başlayan yeni dönemde , Türkler azınlık olmaktan kurtulmuşlar ve adanın kuzey bölgesine yerleşerek Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti adı altında kendi siyasal varlıklarını kurumlaştırmışlardır .

Son olarak yapılan Cenevre Konferansı sırasında Rum kesiminin yeniden eskiye dönerek Türk tarafını eşit bir ortak olarak görmektense gene eskisi gibi azınlık durumuna düşürmek için çaba sarf ettiği görülmüştür .İki tarafta görüşmeler sırasında çözümün yakın olduğunu dile getirmelerine rağmen çalışmalarda herhangi bir ilerleme olmamış , Rum tarafı Avrupa Birliği üyeliği konumundan yararlanarak , Türkleri eskiden olduğu gibi azınlık statüsüne indirgemeye çaba göstermiştir . Bu durumda devlet olma hakkı elinden alınmak istenen Kuzey Kıbrıs Türk yönetimi masadan kalkarak görüşmelere ara vermek zorunda kalmıştır . Dışa karşı bir gizlilik içerisinde yürütülen Cenevre konferansı sırasında Türk tarafı sürekli olarak ödün vermeye zorlanmış ve bu doğrultuda Rum tarafının Türklerin kazanılmış haklarını elinden almaya çalışan olumsuz tutumları yüzünden , bu konferans da diğerleri gibi başarısızlıkla sonuçlanmıştır.Dönüşümlü başkanlık ve Türklerin yönetime etkin katılımına karşı çıkılmıştır.Batı emperyalizminin müstakbel bir Akdeniz Birliği projesi doğrultusunda bütün Akdeniz adaları ile birlikte Kıbrıs adası da birleşik bir ada devletine yeniden dönüştürülmek istenmiştir . Türk tarafının kendi devletini kurma hakkı ile birlikte KKTC’nin de bağımsızlığının elinden alınmak istenmesi , Türklerin şimdiye kadar elde ettikleri bütün kazanılmış haklarının ortadan kalkmasına yol açacağı görülmüş ve bu yüzden Türkler masayı terk etmişlerdir .

İki kurucu devlete dayalı yeni bir ortaklık devleti oluşturmak üzere gündeme getirilmiş olan Birleşik Kıbrıs Devleti projesinin önünün kesilerek ,yeniden Rum egemenliğinde ve Türklerin azınlık olarak yer alacağı ve kazanılmış haklarını elinden kaçıracağı bir emperyal projenin Türk tarafınca kabül edilmesinin mümkün olmayacağı anlaşılmıştır . İki eşit ortak arasında oluşturulabilecek federal bir Birleşik Kıbrıs Devleti yerine Yunanistan destekli bir Rum devletinin dayatılması ,Kıbrıs görüşmelerini geleceğe dönük olarak çıkmaza sürüklemiştir . Böylece Kıbrıs sorununun içeriden çözüme kavuşturulmasının mümkün olamayacağı bir kez daha görülmüş ve bu uçak gemisi konumundaki bu büyük adanın geleceğinin merkezi coğrafyada gerçekleşmekte olan yeni bölgesel oluşumların etkileriyle biçimleneceği bir kez daha anlaşılmıştır .Kıbrıs’ta eşit koşullarda bir ortak devlet kurulamadığı takdirde , uluslararası sözleşmelerdeki Türk tarafı için sağlanan garantiler devam edecek ve gene bu doğrultuda Türk askeri adada varlığını en azından İngiliz askeri üsleri kalkana kadar koruyacaktır .Çözümsüzlük aşamasında Rum tarafının batı emperyalizmini baskı unsuru olarak gündeme getirmesi de , Kuzey Kıbrıs’ın Türkiye Cumhuriyetine bağlanması ile sonuçlanabilecektir .

Yeni Lavant sürecinde Kıbrıs adası iki sıvının arasına sıkışıp kalmıştır . Su ve petrol insan yaşamındaki iki ana sıvı olarak Kıbrıs üzerinde yaşayanların hayatını yönlendirmiştir . Türkiye’nin güneyindeki su kaynaklarından Kıbrıs’a denizaltı su sistemi kurulmasına İsrail öncülük yapmış ve kendi su sorununu Kıbrıs üzerinden çözmeye çalışırken , adanın etrafında çok yaygın biçimde bulunan petrol yataklarını işletmeye açmak üzere, İsrail devleti Hem Yunanistan cumhuriyeti ile hem de Güney Kıbrıs yönetimi ile ortaklıklar kurmuştur. Ayrıca ,Türkiye Cumhuriyetinin hem kendi karasularında hem de KKTC’nin sahil şeridinde petrol ve doğal gaz aramasını önlemeye çalışmıştır . İsrail’in iki yüzlü ve çifte standartlı bu politikaları yüzünden her alanda olduğu gibi Kıbrıs sorununda da Türk devleti son derece zor durumlarda kalmıştır .Türkiye’nin güneyindeki suyun İsrail’e taşınması konusunda Kıbrıs bir köprü konumunda kullanılmak istenirken , Türkiye’nin kendisine yetmeyen su kaynakları Büyük Orta Doğu Projesi sonrasında Yeni Lavant yapılanmasında da gündeme getirilerek , Türkiye’nin zararına olabilecek yeni olumsuz gelişmeler dayatılmaktadır . Türkiye’nin suyunu kendisine bağlamak isteyen İsrail bu amaçla Kıbrıs’ı kullanırken ,Kuzey Irak’taki zengin petrol yataklarının vanasını da elinde tutmak istemektedir . Böylece bölge devletlerini parçalayarak Büyük İsrail federasyonunu kuramayan İsrail ,YeniLavant Projesi üzerinden Türkiye’yi parçalayarak , Kıbrıs ve Girit gibi Akdeniz adalarına el koyarak , bu bölgenin her türlü zenginliğini ekonomik açıdan değerlendirerek yeni bir süper güç haline gelmeyihedeflemektedir .

Tarihte kendisini yok eden Akdeniz üzerindeki Roma İmparatorluğu yapılanmasını hiçbir zaman unutmayan İsrail’in ,geleceğe dönük bir yeni Roma İmparatorluğunu Kudüs merkezli olarak inşa etmeye yöneldiği görülmektedir . Bu projeye karşı başta Vatikan olmak üzere bütün Hrıstıyan Avrupa devletlerinin karşı çıkacağı açıktır .Türkiye’nin kendisi dışındaki bu çekişmenin dışında kalması ve hiçbir tarafa alet olmadan KKTC ile birlikte Türk tarafının politikalarını hem Kıbrıs’ta hem de Doğu Akdeniz bölgesinde geçerli kılması , öncelikli olarak Türkiye Cumhuriyetinin ilelebet payidar olması açısından önem taşımaktadır . Osmanlı İmparatorluğunu yıkarak Türkleri tarih sahnesinden sileceklerini zannedenler , Türk devletini ortadan kaldırarak Büyük Orta Doğu Projesi gibi emperyalist senaryoları gerçekleştirememişlerdir .Avrupa Birliği dağılırken , İsrail’de üçüncü kez yıkılma senaryoları ile karşı karşıya bulunmaktadır . Kıbrıs’ın Türk tarafını dışlayarak ya da Türkiye’ye karşı bir çizgide yönlendirerek kullanılmasına , Türk ulusu hiçbir zaman razı olmayacaktır . Türkiye’nin orta dünyada, Merkezi Devletler Birliği ya da Kıbrıs’ta 82.vilayet gibi milli senaryoları oldukça ve bu gibi politikalar ulusalcı ve vatansever Türk yöneticileri tarafından desteklendikçe , Büyük Orta Doğu , Yeni Bizans ya da Yeni Lavant gibi emperyal senaryolar hiçbir zaman gerçekleşemeyecektir.