23 Ekim 2018 Salı

ANKARA KALESİ-217 "KIRILMA NOKTASINDAN KURUCU ÇIKIŞ NOKTASINA" Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN (Ankara, 04.07.2015 // 4 Temmuz 2015) - Merkez sağ ve sol partilerin emperyalizmin güdümüne girerek ülkenin yarı sömürge durumuna gelmesine neden oldukları bir ülkede , iki binli yılların bir projesi olarak İslamcı tabandan devşirilen ılımlı bir liberal İslamcı partinin iktidara gelmesini batılı güçler kendi çıkarları çizgisinde desteklemişlerdir .

ANKARA KALESİ -217
"KIRILMA NOKTASINDAN KURUCU ÇIKIŞ NOKTASINA"
Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN
Ankara, 04.07.2015


Türkiye’de genel seçimlerin yapılmasından bu yana bir aya yakın bir zaman dilimi geçmesine rağmen henüz hükümet kurulması sürecinde olumlu bir gelişmenin ortaya çıkmadığı görülmektedir . Seçimlere giderken , sanki eski zamanlardaki gibi normal bir genel seçim süreci yaşanacakmış gibi bir havanın kamuoyunda estirilmesi ,halk tabanında aldatıcı bir etki yaratmış ve böylesine bir ortamda seçmenler sandık başına giderek oylarını kullanmışlardır . Ne var ki , seçim sonuçları resmen açıklandığı zaman işlerin o kadar da kolay olmadığı ve genel seçimler ile beraber Türkiye’nin çok ciddi bir siyasal kriz ortamına doğru sürüklendiği anlaşılmıştır . İlk günlerde fazla hissedilmeyen bu durum zaman geçtikçe iyice kesinlik kazanmış ve her geçen gün genel seçimlerin sonuçları doğrultusunda yeni hükümet oluşturma girişimleri sonuçsuz kalmıştır . Yüzden fazla siyasal partinin bulunduğu Türkiye’de yirmi parti seçimlere girmiş ve sonunda dört parti grubu siyasal barajı aşarak , parlamentoda siyasal güç olarak var olma hakkını kazanmıştır . Genel seçimlerden önce de meclis içinde gruba sahip olan dört siyasal parti kendi gruplarını yenileyerek yeniden Türk halkını parlamento içinde temsil etme hakkını kazanmışlardır .

İki binli yılların başından bu yana Türkiye’de üç genel seçim kazanarak ülkeyi yönetme hakkını elde etmiş olan iktidar partisi , aradan geçen üç dönemde işbaşında bulunmaktan ileri gelen ciddi bir yorgunluk ve yıpranma olgusu ile seçimlere girerken oylarının azalacağını , kamu oyu yoklamaları ortaya koyuyordu .Ne var ki , tek başına iktidara gelmek gibi bir şansı dördüncü kez ele geçiremeyen iktidar partisinin seçmen kitlesinin yüzde altmışlık bir tepki göstermesiyle karşı karşıya kaldığı görülmüştür . Merkez sağ ve sol partilerin emperyalizmin güdümüne girerek ülkenin yarı sömürge durumuna gelmesine neden oldukları bir ülkede , iki binli yılların bir projesi olarak İslamcı tabandan devşirilen ılımlı bir liberal İslamcı partinin iktidara gelmesini batılı güçler kendi çıkarları çizgisinde desteklemişlerdir . Yirminci yüzyıl geride bırakılırken , yepyeni bir siyasal parti ile Türkiye’ye yeni bir yön verilmeye çalışılmış ve bu yüzden de kurucu iradenin ortaya koymuş olduğu devlet modelini değişime zorlayan bir çekişmeli dönem yaşanmıştır .Çağ değişimi aşamasında eski partiler zaman içerisinde eriyip giderken ,yeni bir parti aracılığı ile batılı güçler Türkiye’de istikrarlı bir gidişi yakalamaya çalışmışlardır .Böylesine bir konjonktürün desteği ile yeni ortaya çıkan ılımlı İslam partisi üç kez genel seçimleri kazanarak iktidara gelmiş ama dördüncü seçim aşamasında yeniden iktidar olma şansını elde edememiştir . Seçmen son yıllardaki durumuna dikkat ederek , üç dönemlik iktidar partisinin yeniden iktidar olmasını önlemiştir . Üçüncü dönemde devleti parti devleti haline getiren ,basın ve medya organlarını mutlak kontrol altına alarak ülkenin birikimini temsil eden uzman kişileri kamuoyundan silerek ağır bir baskı rejimine yönelen iktidar partisini halk kitleleri bir anlamda cezalandırarak , Türk demokrasisini kurtarmaya çalışmıştır . Anayasaya ve kurucu iktidarın ortaya koymuş olduğu devlet modeline ters düşen bir rejim olarak başkanlık sistemi peşinde koşan bir eski başbakanın siyasal iktidarı için bu gibi siyasal hedeflere devletin alet edilmesine seçmenlerin çoğunluğu karşı çıkarak , muhalefet partilerine doğru bir oy akışı sağlamıştır .Mecliste bulunan üç muhalefet partisi bu durumdan yararlanarak milletvekili sayısını artırma şansını elde etmişlerdir .

Seçim sonuçlarını önceleri önemsemeyen halk kitleleri, iktidar partisinin tek başına hükümeti kuramayacak bir duruma doğru gerilemesinden dolayı ciddi bir rahatlama ortamı elde etmiştir . Özellikle seçmenlere radyo ve televizyon kapattırma noktasına gelen saldırı ve bağırma biçimindeki konuşmalardan , her gün her yerde sürekli olarak aynı şeylerin tekrarlanmasından halk kitleleri fazlasıyla rahatsız olmuş ve bunun sonucunda da oylar muhalefet partilerine kaydırılarak , üç dönemlik iktidar partisinin üst düzey yöneticilerinin ülkeyi bir korku ortamına sürüklemelerine karşı tepki gösterilmiştir .Üç dönemlik iktidar süreci siyasal alanda bir kemikleşme yaratırken , devletin partizanlaşmasına ve iktidar partisi üzerinden de bir cemaatın yönetimde fazlasıyla etkin bir konuma gelerek siyasal parti gerçekliğini alt üst etmesine seyirci bırakılan Türk halkı sonunda sağ duyusunu ortaya koyarak , uzun süreli bir iktidar döneminin devlet yönetimini çiftlik yönetimine doğru dönüştürmesine izin verilmemiştir . Oylar genel olarak ele alındığında , seçmenin ana muhalefet partisi ile birlikte milliyetçi çizgide siyaset yapan iki yavru partiyi de güçlendirerek , iktidara karşı bir demokratik alternatifin mecliste oluşumuna çaba gösterdiği öne çıkmıştır . Ne var ki , böylesine iyiniyetli bir yaklaşım ülkede demokrasiyi geliştireceğine , iktidarı alaşağı etmiş ama yerine yeni bir iktidar alternatifi yaratacak siyasal çözüm üretememiştir . İşte böylesine bir olumsuz gelişme yüzünden ,Türk demokrasisi ülkenin kendi kendini yönetmesini sürdürecek bir iktidar seçeneğini öne çıkaramamıştır . Bu durumun doğal sonucu olarak da Türkiye içinden çıkılması çok zor görünen bir siyasal kriz dönemine girmiş bulunmaktadır .

Seçim sonuçları ilk açıklandığında çok fazla belli olmayan siyasal kriz ,zamanla hükümetin kurulamaması üzerine daha bir ciddiyet kazanmış ve seçimlerin ertesi gününden itibaren başta cumhurbaşkanı olmak üzere bir çok kesimden erken seçim önerileri gelmeye başlamıştır . Normal koşullarda , parlamentoya giren partiler arasında görüşmeler yolu ile oluşturulacak siyasal programlar üzerinden yeni hükümetler kurulabilirken , Türkiye’de böylesine bir oluşum seçim sonuçlarına dayanılarak gerçekleştirilememiştir . Üç çeyrek asırlık bir demokrasi geleneği olan Türkiye Cumhuriyetinde daha önceki dönemlerde bir çok koalisyon hükümetleri kurularak işbaşına gelmesine rağmen benzeri bir gelişme bu seçimlerin sonucunda elde edilememiştir . Üç dönemlik iktidar partisi kendi bildiği çizgide giderken , üç muhalefet partisi de kendi doğrultularında yol almışlar ama bir gün iktidara gelebileceklerini düşünerek böylesine bir vatan görevi için hazırlıklı olmadıkları ortaya çıkmıştır . Etnik kimlikle ya da milliyetçilik ile veya Atatürk’ün partisi olmakla muhalefet etmeye alışmış olan mecliste grubu bulunan partilerin iktidar için hiçbir hazırlığı olmadığı görülünce , siyasal alternatif arayışlarında başarısızlık ile karşılaşılmıştır . Koalisyon görüşmeleri sırasında , partilerin seçim meydanlarında birbirleri aleyhine dile getirdikleri karalamalar ya da leke çalmalar birden silinip gitmemiş , unutulmadığı için de partileri giderek birbirlerinden uzaklaştırmıştır .Ağzına gelene söylemekten çekinmeyen bir siyasal üslubun , uzlaşma arayışı ortamlarında kesin bir engel olarak ortaya çıktığı , birbirlerine karşı ağır sözler söyleyen parti yöneticilerinin hükümet kurmak için bir araya geldiklerinde birbirlerinin yüzlerine bakamadıkları fark edilmiştir .Bu durumda , ana muhalefet partisinin yüce divana göndereceğini söylediği bir iktidar partisi ile koalisyona gidemeyeceği ortaya çıkmış , ABD ve batı ülkelerinin bir büyük koalisyon yaklaşımı çerçevesinde tıpkı Almanya’da olduğu gibi bir deneye yönelmelerine karşılık , iktidar ve muhalefet yıllarından kalma alışkanlıklara devam edildiği için bir aya yaklaşan zaman diliminde hükümet kurulamamıştır . Etnik kimlikli ve milliyetçi partilerin de alıştıkları söylemleri bir yana bırakamamaları nedeniyle , koalisyon görüşmelerinde ve hükümet kurma çalışmalarında kendilerinden beklenen esnekliği gösteremedikleri ve bu yüzden de başarısız kaldıkları anlaşılmıştır . Bir gün hükümet kurmak amacıyla bir araya gelebileceklerini düşünmeyen siyasal partiler yüzünden Türk devleti hükümetsizliğe doğru sürüklenmiştir .

Soğuk savaş yıllarında daha önceleri merkez sağ , orta sol , İslamcı ve milliyetçi olmak üzere dört partili bir siyasal yelpazeye sahip olan Türk demokrasisi , küreselleşme olgusunun gündeme getirilmesiyle birlikte gene dört partili bir yapılanma içerisinde yoluna devam etmeye zorlanmıştır . Ne var ki , bu kez partilerin yapıları değişmiştir . Merkez sağ ve demokratik soldaki partilerin batı emperyalizmine teslim olarak yok olmaları yüzünden ,sağ uçtaki milliyetçi parti ile Türk devletini kurmuş olan Atatürk’ün partisi seçmen kitlelerinin geleceğe dönük bir güvence arayışları yüzünden yollarına devam edebilmişlerdir . Küresel emperyalizm alt kimlikleri hortlatınca etnik bir bölge partisi mecliste grup kurmuş , ABD ve İsrail’in bölgesel planları yüzünden milli görüşçü İslam partisi içinden de genç kadrolar liberalleştirilerek ılımlı İslamcı bir parti Türk siyaset sahnesine okyanus ötesi destekler ile kazandırılmıştır .Soğuk savaştan küreselleşme dönemine geçilmesiyle birlikte siyasal partiler yapı değişikliğine sürüklenmiş , dinci , etnikçi ve küresel leşmeci eğilimler siyasal partilerde ağırlık kazanmaya başlamıştır . Bu yüzden bir çok batı ülkesinde hem bölücülük , hem etnikçilik hem de dinsel anlamda cemaatçılık ön plana geçmiştir . Bu tür yeni eğilimlerin Türk partilerinde de etkinlik kazanmaları yüzünden , siyaset sahnesine önemli değişik tutumlar yansıtılmış ve bu yüzden de bazen kırılma noktalarına kadar giden olumsuz gelişmeler birbiri ardı sıra gündeme gelmiştir . Partiler ya da örgütler , küreselleşme döneminde yeni moda olan alt kimlikçiliğe doğru yönlendirilirken bir çok ülkenin kendi özel koşullarının öne çıkmaları yüzünden kırılma noktaları yaşanmıştır . Her kırılma bir dönemeçte ortaya çıkmış ve beraberinde getirdiği yeni kırılma oluşumları ile birlikte de önemli değişikliklerin gerçekleştirilmesinin önünü açmıştır .

Genel olarak kırılma noktaları esnekliklerin kaybolduğu bir aşamada ortaya çıkar . Demirin ya da eşyanın kendine göre katı bir yapısının olduğu gibi toplumsal olayların ya da sosyal oluşumların da gene kendilerine göre bir esneme katsayısı bulunduğu doğrultusunda teoriler ortaya atılmıştır . İnsanlık tarihi geçmişten geleceğe doğru kendi esnekliğini yitirdiği an ,ya büyük bir dalga ile karşılaşarak onun etkisiyle kırılırak biçim değiştirebilir ya da daha başka ve büyük kopma süreçlerinde kırılgan bir yapılanma üzerinden beraberliklerin sonu gelebilir ya da insanlar tutum ve tavır değiştirerek , o ana kadar sürdürdükleri uygulamalardan vazgeçmek zorunda kalabilirler . Uzun süren zaman dilimlerindeki beraberliklerde bir kırılma noktası aşınma ya da çatışma olayları yüzünden meydana gelebilmektedir . Canlı organizmalar için geçerli olan kırılma noktası teorisi açısından bakıldığında devam edip giden yaşam çizgisi üzerinde bazen yuvarlık belirtiler aracılığı ile kırılma noktalarının farkına varılabilmektedir . Sosyal organizmalar ya da biyolojik oluşumlarda görülen kırılma noktalarına , benzer bir biçimde siyasal yaşamda ya da hukuksal süreçlerde de rastlamak mümkündür . Devletlerin uzun süren yaşam süreçlerinde iç ve dış konjonktürel gelişmeler normal gelişmelerin önüne çıkarak önemli bir çizgide kırılma noktalarının ortaya çıkmalarına yol açabilirler . Bazan dış dünyada gündeme gelen değişmeler bazen da ülkelerin kendi yapılarından doğan değişiklikler , o ana kadar sürüp gelen gelişmelerin önünü kesebildiği gibi , zorlamalar ile yaratılan baskılar sayesinde kırılma olgularını yaşamak zorunda kalabilirler . Eski dönemlerin birliktelikleri sona ererken , yeni ortaya çıkan koşulların yarattığı çok farklı beraberlikler de kırılma dönemlerinin sonucunda gerçeklik kazanabilmektedirler . Birbirini izleyen olaylar iç ve dış konjonktürleri değiştirirken , bu gibi yenilikler toplumsal yaşamda ya da ülke yönetiminde önemli kırılma noktalarının doğmasına neden olmaktadır.Kırılma noktaları doğal yaşamda kendiliğinden meydana gelmediği gibi sosyal ya da siyasal yaşamlarda da kırılma noktaları belirli süreçlerin sonunda önemli gelişmelerin ya da büyük olayların tetiklemeleri aracılığı ile meydana çıkmaktadır .Devletler ile birlikte milletler de sonsuzluk arayışı içinde varlıklarını sürdürürken , beklenmedik gelişmeler ya da olgunlaşan koşullar , varlık ve yaşam çizgisinde önemli kırılmalara yol açabilmektedir .

Türkiye’deki siyaset yelpazesi incelendiği zaman halka bir şey vermeyen merkez sağ partilerin giderek kitlesel tabanlarını yitirerek siyaset sahnesinden çekilmek zorunda kaldıkları görülmektedir . Bir ulusal burjuvazi yaratmaya dönük liberal politikalar merkez sağ partileri zengin bir azınlığın hizmetine yönlendirince , merkez sağ partiler halk kitleleri açısından umut olma şansını yitirerek toplumun gerisinde kalmışlardır . Merkez sağ iktidarların yarattığı ulusal burjuvazi dışa açılma görünümünde uluslar arası sermayenin kontrolu altına girince de halk kitlelerinin ulusal çıkarları siyaset sahnesinde temsil edilemez hale gelmiştir . İşte bu aşamada yelpazenin sağındaki burjuva partileri bir kırılma noktasında siyasal tabanlarını kaybetmişlerdir . Demokratik rejimde dış ve iç zengin çevrelerin baskısı altına giren liberal partiler geçmişte kalarak tasfiye olmuşlardır . Bu gibi durumlarda halk kitleleri ya sola kaymışlar ya da daha sağa kayarak radikal partilerin yönlendirmesi altına girmişlerdir . Türkiye’de merkez sağdaki partilerin küçülmesiyle beraber milliyetçi çizgideki sağ kanat partisi daha da büyüyerek siyaset sahnesinde onların yerini almıştır . Sağ uçtaki milliyetçi partinin merkez sağın yerini alarak büyümesi toplumda alt kimlikçi tepkilere yol açınca , bu kez de güney doğu bölgesinden bir etnikçi hareket zamanla partileşerek ve siyasal barajı aşarak parlamentoda temsil hakkını elde etmiştir . Merkez sağdaki partilerin çökmesi üzerine ortada kalan dindar kesimler ise , sağ uçtaki milli görüş partisinden uzaklaşarak küresel konjonktürün ortaya çıkardığı ılımlı İslam partisinin tabanında buluşarak yeni siyasal iktidarın bu çizgide oluşmasına katkıda bulunmuşlardır . Sosyalist sistemin çöküşü üzerine merkezi coğrafyaya yansıyan küresel etkiler , Türkiye’nin siyasal parti sistemini hem dinci hem de etnikçi bir çizgiye çekerek ülkenin daha farklı bir proje doğrultusunda yönetilmesinin önünü açmıştır .

Küreselleşme sürecinin başlangıcından bu yana çeyrek yüzyılın geçmesiyle birlikte ortaya yeni koşullar çıkmış ve bu doğrultuda Türkiye kırılma noktalarına doğru sürüklenmiştir . Üç dönem ülkeyi uluslar arası konjonktür doğrultusunda yöneten ılımlı İslam partisi , ülkenin dış konjonktürün dayattığı tehditler doğrultusunda tehlikeli bir dağılma dönemecine doğru yöneldiğini görünce , tornistan yaparak ulus devleti ayakta tutacak milli politikalara yönelmeye öncelik vermek zorunda kalmıştır . Milli görüş gömleğini küresel baskılar yüzünden çıkaranlar ,ortaya çıkan sıcak çatışma sürecindeki tehlikeler nedeniyle yeniden bu gömleği giymek zorunda kalmışlardır . Bir bölge halkının etnik kimliği üzerinden siyaset sahnesine giren ve uluslar arası konjonktürün bölgede yaratmış olduğu terör olgusundan beslenen bir siyasal parti ,sıcak çatışmaların dünya savaşına zemin hazırlaması yüzünden terörden vazgeçerek ve daha demokratik bir görünüm ile sol yelpazedeki boşluğu doldurmaya talip olarak, küreselleşme olgusunun desteklediği bir liberal sol politikaya yönelerek , yeni bir kırılma noktasını gündeme getirmiştir . Ulusal kurtuluş savaşında Türk halkının yürüttüğü kurtuluş savaşını örgütleyerek Türkiye Cumhuriyetini kurmuş olan Atatürk’ün partisi ise ,zamanla sermaye kesimlerinin ve Atlantikçi batı sermayesinin baskısı altına girerek , antiemperyalist sol bir çizgiden uzaklaşarak , küresel emperyalizme uygun bir liberal sol çizgiye sermaye merkezlerinin denetiminde yönelerek , ülkede yepyeni bir kırılma noktası yaratmıştır . Soğuk savaş döneminde ülkücülük adı altında sol karşıtlığı çizgisinde bir milliyetçilik yapan sağ kanat milliyetçi parti ise , Türk devletinin kuruluş yıllarında örgütlenen ve Türk ulusuna yön gösteren Türkçülük çizgisinde yeni bir milliyetçi açılımı gündeme getirerek kendini yenilemiştir . Türk milliyetçiliğinin ulusal kurtuluş savaşı yıllarından gelen antiemperyalist çizgisinden soğuk savaş döneminde uzak kalan milliyetçi kesim , küresel emperyalizmin etnikçi kökenleri hortlatarak ulus devletleri tasfiye etme girişimlerine karşı yeniden emperyalizme karşı bir milliyetçi yaklaşıma dönüşü , ancak yeni bir kırılma noktasında yakalayabilmiştir .Türkiye’nin demokratik gelişim süreci içerisinde böylesine kırılma noktaları , iç ve dış konjonktürün yarattığı yeni koşullarda kendiliğinden gerçekleşmiştir .

Küreselleşme sürecinde çeyrek yüzyılın geride kalması , nelerin olabileceği ile nelerin olamayacağı gibi konuların netleşmesine ve zaman içerisinde açıklığa kavuşmasına yol açmıştır . Etnik bölücülük ve terör ile yeni bir devletin kurulamayacağı anlaşılınca , yeniden demokrasiye dönülerek sol ve sosyalist politikalar üzerinden sonuç alınmaya çalışılması önemli bir kırılma noktası olarak Türk demokrasisine yansımıştır . Üç dönemlik iktidar sonrasında ümmetçi politikalar ile ciddi laiklik tartışmaları yaratan bir ılımlı İslamcı iktidarın dördüncü dönemde yola devam edebilmek ve yıpranma sürecine karşı ayakta kalabilmek için devlete yakın durarak milli politikalara yönelmesi de siyasal açıdan çok önemli bir kırılma noktasıdır . Kuvayı Milliye geleneğinden gelen devlet kurucusu Atatürk’ün partisinin , halkın partisi olarak ulusalcı bir çizgide yola devam etmesi gerekirken ; Tesev,Tüsiad ya da Büyük Klüp gibi dış bağlantılı sermaye örgütlerine üye olan kişilerin ya da vakıfların yönetimine geçmesi de gene Türkiye’nin bağımsızlığı açısından çok hayati bir kırılma noktasıdır .Emperyalizme karşı savaşmak üzere kurulmuş bulunan Türk halkının ulusal kurtuluş savaşı örgütünün bugünün koşullarında emperyalizmin uzantısı olan dernek ve kuruluşların yönetimi altına girmesi de , Türk demokrasisi ve ulus devletin geleceği açısından önemli bir kırılma noktasıdır .Bu durum küresel emperyalizmin Türkiye üzerindeki etkisinin arttığını göstermektedir , Yıllar geçtikçe ve yeni dönemlere girdikçe ortaya çıkan bu gibi kırılma noktaları , Türk siyasal sistemi üzerinde olumsuz etkiler yaratarak siyasal istikrarın bozulmasına yol açmıştır . Meclisteki dört büyük partinin dışında kalan diğer partiler de yaşanan sürecin etkisiyle önemli değişimler geçirmişler ama Türk ulusunun beklentileri ile devlet ve toplum düzeninin gereksinmeleri doğrultusunda yeni politikalar ortaya koyamadıkları için siyaset sahnesinde başarılı olamamışlardır .

Kırılma noktasında ciddi değişimler ile karşı karşıya kalan Türk demokrasisinin büyük partileri gelmiş oldukları yeni aşamada yeni duruma tam olarak ayak uyduramadıkları için birbirlerine uzak durmaya devam etmişlerdir . İslamcı partinin ümmetçi yaklaşımdan milletçi yaklaşıma yönelmesi ,milliyetçi partinin sol karşıtlığından Türkçü çizgiye geri dönmesi , halkın partisinin sermayenin etkisinde zengin sınıfların partisi olmaya doğru yönlendirilmesi , laiklik adına sahillerdeki lövanten yapılanmanın temsilcisi konuma düşülmesiyle birlikte halkçı politikalardan vazgeçilmesi , Türk demokrasisinde siyasal ortamın alt üst olmasına neden olmuştur . İktidar partisinin yıllanmışlığı ve yıpranmayı savaş senaryoları ile aşmaya yönelmesi ,laik bir devleti cihat senaryolarına doğru sürüklemiş , devletin temelinde var olan yurtta ve dünyada barış ilkesinden uzaklaşılması gibi ters bir durumun ortaya çıkmasına yol açmıştır . Merkezi alanda güvenliğin temsilcisi olmaya çalışan bir ulus devletin , bölgedeki komşuların iç dünyasında ortaya çıkan sıcak çatışmalar ile yakından ilgilenmesi , güvenlikçi politikalardan savaşçı emperyal politikalara doğru ülkeyi sürüklemiş ve bu durumda iktidar partisi yeni bir kırılma noktası yaratmıştır . Osmanlı sonrasında meydana gelen otorite boşluğunu doldurma girişimlerinin Türkiye’yi komşuları ile savaşa sürüklemesi gibi bir durumun normal koşullarda barışçı Türk halkı tarafından kabül edilmesinin mümkün olmadığı son yıllardaki gelişmeler sonrasında bir kez daha anlaşılmıştır . Batının önde gelen devletlerinin emperyalist politikalarına Türkiye’nin alet olmasını beklemek gerçekçi bir tutum olamamıştır . Düveli Muazzama denilen büyük devletlerin emperyalizmine karşı mücadele ederek ortaya çıkan Türkiye Cumhuriyeti , kuruluş çizgisinden gelen antiemperyalist tutumunu bugün de sürdürerek , Atatürk’ün komşu devletler ile bir araya gelerek gerçekleştirdiği bölgesel güvenlik ve işbirliği örgütlenmesine barış için öncelik verme zorundadır . Bu durum çok açık bir biçimde kesinleşmişken , hala bazı emperyalist senaryolar doğrultusunda Türkiye’nin savaşa yakın durması da , merkezi alanın güvenlik bekçisi Türkiye açısından yeni bir kırılma noktasını gündeme getirmiştir . Türkiye’de yaşayan herkesin iyi bilmesi gereken bu hususu , Türkiye’yi kullanmak isteyen emperyalistlerin de görmesi gerekmektedir .

Küresel,bölgesel ve ülkesel alanlarda yaşanmakta olan değişiklikler çizgisinde önemli kırılma noktalarına sürüklenen Türkiye’nin böylesine bir dar boğazdan kurtulabilmesi için , kırılma noktalarını geride bırakacak yeni açılımlara gereksinmesi bulunmaktadır . Bu yeni açılımlar çok yeni yaklaşımlar da olabilir ama iyi bilinen eski yaklaşımların da bu gibi durumlarda yararlı sonuçlar sağlayabileceği gerçeği de göz ardı edilmemelidir . Açılım adı altında ortaya saçılmaya , özerklik adına bölünmeye veya yerelleşme adına merkezden kopmaya gidebilen yaklaşımların ülkenin birliği ve ulusun bütünlüğü açısından ne gibi tehditler barındırdığının dikkate alınması gerekmektedir . Çözüm süreci diye ilan edilen kaos ya da karışıklık yaratma senaryolarına ,artık Türk halkının alet olmaması gerekmektedir . Seçimlerden sonra yeni oluşan parlamentoda bu gibi sorunlara öncelik veren yeni yaklaşımlar ile siyasal partilerin koalisyon hükümetleri kurmaya yönelmeleri gerekmektedir .Biri iktidar olmak üzere üç muhalefet partisinin meclise girdiği yeni aşamada , ülkenin içinden geçmekte olduğu siyasal dönemecin iyi kavranması ve bu aşamadaki kırılma noktalarının iyi hesap edilmeleri gerekmektedir . Seçim sonrasında ortaya çıkan siyasal tablonun görünen ve görünmeyen yüzlerinin gerçekci bir doğrultuda değerlendirilmesiyle yeni bir çıkış yolu yaratılabilecektir . Bütün yolların tükendiği bir aşamada yeni bir yolun bulunabilmesi ve bunun önünün açılabilmesi , ülkede var olan siyasal potansiyelin en üst düzeyde değerlendirilmesiyle mümkün olabilecektir .Her siyasal parti kendi siyasal aklını kullanarak bir çözüm üretmek istemekte ama geçmişten gelen birikimler ile yeni durumun sorunlarının aşılamadığı durumlarda yaratıcı yaklaşımlara gereksinme duyulduğunu herkesin artık görmesi gerekmektedir . Her parti içinde bulunulan kırılma noktaları ortamında siyasal empati yöntemleri ile diğer partilerin ne düşündüklerini iyi görmek ve bu yaklaşımları dikkate alarak ortak tutum ve çözüm üretmek durumundadır .

Cumhuriyet rejiminin doksan yılı geride bırakarak yüzüncü yılına yaklaştığı bir aşamada , Türk devletinin yüz yıllık bir siyasal birikimi kullanma hakkı doğmaktadır . Yüzüncü yılın tamamlanması ve kurucu önderin ortaya koyduğu siyasal model ile Türkiye Cumhuriyeti’nin sonsuza kadar yaşaması kuruluş modelinin iyi kavranmasına bağlı bulunmaktadır . Yaklaşık olarak bir asırlık dönemi geride bırakan Türkiye Cumhuriyeti devletinin içinden çıkan siyasal partiler, bugün Türk parlamentosundaki yerlerini alırlarken , hem böylesine büyük bir birikime sahip çıkmak ve kuruluş noktasından gelen model ile kırılma noktalarını aşarak geride bırakacak çözümleri ortaya koymak zorundadırlar . Yeni koşulların yaratmış olduğu kırılma noktalarının ülkedeki birlik ve beraberliği ortadan kaldırmasına izin vermemek üzere , kuruluş modelinden gelen birliktelik ve beraber yaşama olguları üzerinde öncelikle durulabilmelidir . İmparatorluk düzeninin emperyalist saldırılar sonrasında çökertilmesinden sonra geride kalan eski Osmanlı ahalisinin çağdaş bir ulus devlet ve üniter bir siyasal düzen çatısı altında bir araya getirilmesinde etkili olan kurucu modelin ,bugünün koşullarında yeniden hatırlanmasında ulusal yarar vardır . Türk halkının serbest oyları ile parlamentoda temsil edilme şansını elde etmiş bulunan bütün siyasal partilerin bugünün koşulları ile geçmişten gelen siyasal birikimi birlikte değerlendirmesi gerekmektedir . Ancak böylesine çok yönlü bir yaklaşım ile , Türk devleti içine düşmüş bulunduğu siyasal çıkmazdan kurtulabilir .Birbirinden çok farklı çizgileri izleyen siyasal partiler çok yönlü yaklaşımlar aracılığı ile bir araya gelerek ortak bir hareket tarzı benimseyebilirler . Cumhuriyetin ellinci yılında İslamcı Milli görüş partisi ile Atatürk’ün devlet kuran Halk partisi arasında böylesine bir yaklaşımın geliştirilerek ve farklı dünyaların temsilcisi iki partinin bir araya gelerek bir milli koalisyon hükümeti kurduklarını bugünün siyasal partilerinin iyi incelemeleri gerekmektedir . Tarihi yanılgının aşılması olarak kamuoyuna yansıtılan İslamcı parti ile cumhuriyetçi halk partisinin ortaklığının bugünün meclisteki partileri için önemli bir örnek olduğunun hatırlanması ile yeni yaklaşımlar gündeme getirilebilecektir .

Türkiye Cumhuriyeti son seçimlerden sonra sahip olduğu parlamento yapısı içerisinde birbiriyle anlaşmaz görülen partilerin bir araya gelerek koalisyon hükümetleri kurabilmeleriyle demokrasi yolunda ilerleyebilecektir . Serbest seçimler yolu ile genel seçimlere yirmi partinin girmesi ve seçim sonrasında dört partinin parlamento çatısı altında yer almasıyla birlikte , meclis çoğunluğuna dayanan bir yeni hükümetin kurulabilmesi gerekmektedir . Demokrasinin yaşaması , farklı görüşteki bu partilerin bir araya gelerek ortak ilkeler ve programlar üzerinde anlaşmaya varmasıyla mümkün olabilecektir . Sağ ve sol ayırımının geride kaldığı yeni dönemde geçmişten gelen siyasal yapıların katı ya da sertliği ile değil ama bunların aşılmasıyla gündeme getirilebilecek yaklaşımlar sayesinde koalisyon hükümetleri kurulabilecektir . Her hükümetin avantajları kadar dezavantajları ile de siyasal partiler karşı karşıya kalacaktır . Bu nedenle , koalisyon ortaklıklarının ne getireceği ile birlikte neleri de götüreceğinin iyi hesaplanması gerekmektedir . Böylesine değerlendirmeler yapılırken ülke ve ulusun gereksinmeleri doğrultusunda her türlü riski göze alarak cesur girişimler ile koalisyon hükümetlerine yönelinebilecektir .Küresel emperyalizmin Türkiye’yi bir iç savaşa doğru Alevi-Sünni,laik-dinci ,Türkçü-Kürtçü,Atatürkçü-İslamcı ya da sağcı-solcu gibi kutuplaşmalara sürükleyen politikalarının iyi değerlendirilmesiyle birlikte, bu gibi ayırımları aşarak ulusal çizgide görev yapabilecek koalisyon hükümetlerine Türkiye kavuşabilecektir . Ayrıca dış faktörlerin dayatmasıyla gündeme gelen Avrupacı-Amerikancı ,ya da Almancı-İsrailci gibi ayırımların da artık geride bırakılarak aşılması gerekmektedir . Türkiye’nin dostu olduğunu söyleyen büyük devletlerin , Türk demokrasisinin istikrara kavuşması doğrultusunda bu gibi ayırımlarda ısrarcı olmaktan kaçınmaları ve baskı yapmamaları ülke barışı açısından zorunludur .

Türkiye’nin bugün içine sürüklenmiş olduğu kırılma noktasında ayrılıklar ya da ayrıcalıkların değil ama , bizi tarih sahnesinde bir ve birlik olmaya yönlendiren faktörlerin öncelikle dikkate alınmasıyla , Türk halkının birlikteliği devam ettirilebilecektir . Türkiye’yi yaklaşık bir yüzyıl ayakta tutan , imparatorluk sonrası ortaya çıkan ahali çeşitliliği çıkmazını aşmaya yardımcı olan ulusal-üniter ve merkezi devlet modeli üzerinde yeniden tam bir ittifak sağlanarak yola çıkılmasıyla bir çok engelin aşılabildiği görülecektir . Genel seçimlerin meydana çıkarmış olduğu kırılma noktalarının siyasal partiler arasında uzaklaşma yaratması gibi bir çıkmazın aşılmasında , bütün dünya emparyalistlerine karşı bir araya gelerek büyük bir ulusal kurtuluş savaşı veren Türk halkının birlikteliği her zaman için örnek alınmalıdır . Otuzdan fazla etnik kimliğin , üç büyük din mensuplarının ve diğer inanç ve kültür sahibi grupların imparatorluğun dağılması sonrasında , bir araya getirilerek bir ulus devlet çatısı altında bugünlere kadar ortak bir yaşam düzeni içerisinde varlıklarını sürdürebilmeleri , bugün için de örnek alınabilmelidir . İmparatorluklar yıkılırken , Türkler kendi ulus devletlerini Atatürk’ün önderliğinde başarılı bir biçimde kurarak bir asır boyunca iç savaş ,kavga ve çatışma olmadan bugünlere kadar gelebilmişlerdir . Son dönemlerde yaşanan etnik terör olaylarının tamamen dış mihrakların emperyalist ve Siyonist devletlerin merkezi alandaki hegemonya planlarının uzantısı olarak gündeme gelmiş olduğu dikkate alınmalıdır . Türkiye’nin yeniden askeri yönetimlere muhtaç kalmaması , ara rejimler ya demokrasi dışı çözümlere gidilmemesi için ve konjonktürel süreçlerin zorlamasına karşı devlet ve toplumun iç istikrarının korunabilmesi ancak demokratik yollar ve yöntemler ile kurulacak koalisyon hükümetleri ile mümkün olabilecektir . Parlamento çatısı altındaki dört partinin aralarındaki görüş farklılıklarını bir yana bırakarak , ülke ve dünya gerçekleri doğrultusunda Türkiye Cumhuriyetini yeni hükümetine kavuşturmaları gerekmektedir . Karşı karşıya kalınan kırılma noktalarının geride bırakılması doğrultusunda , Türkiye Cumhuriyeti devletini tarih sahnesine çıkarmış olan kurucu çıkış noktasının öncelikle hatırlanması sayesinde, bir çok zorluğun aşılabileceğinin partileri yöneten siyasal kadrolar tarafından iyi bilinmesi gerekmektedir .

13 Ekim 2018 Cumartesi

ANKARA KALESİ-236 ATATÜRK-ULUS DEVLET VE KAPİTOKRASİ (AVAZ–TÜRK DERGİSİ İLE SÖYLEŞİ) Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN Ankara, 24 Kasım 2017

ANKARA KALESİ-236
ATATÜRK-ULUS DEVLET VE KAPİTOKRASİ
(AVAZ–TÜRK DERGİSİ İLE SÖYLEŞİ)

Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN
Ankara, 24 Kasım 2017

Soru- 1 - Son zamanlarda herkes Atatürk’e sarıldı . Bu aslında olması gereken ama sürpriz olan çok yüksek tonda bir sarılma olmasının yanında, geçmişte Atatürk’ü eleştirenlerin de aynı noktada bunu seslendirmesidir . Bu konuda neler düşünüyorsunuz ?

Cevap-1 – Yıllardır Türkiye Cumhuriyetini yönetenler kendilerini iktidara getiren batı merkezli uluslararası konjonktürün etkisiyle hareket ederken , Türk halkına gerçekleri söylemiyorlar , halktan yana imiş gibi görünürken , uluslararası güç merkezlerinin tercihlerine öncelik vererek Türkiye’yi yönetiyorlardı .Türkiye Cumhuriyeti dünyanın merkezi bölgesinin tam ortasında yer alırken , geçen yüzyılın başlarından bu yana batı merkezli emperyalist baskılar Türkiye’nin siyaset sahnesini çok yakından etkiliyordu . Avrupa-Amerika ve İsrail ‘den oluşan batı üçgeninde Türkiye batı dünyasına saplanıp kalıyor ve bir türlü dünyanın diğer bölgelerine ve de özellikle kendi bölgesine yönelik ulusal açılımlar yapamıyordu . Batının emperyalist yaklaşımı ve İsrail’in Siyonist baskıları Türkiye’nin kendine gelmesini ve kendi gerçek ulusal çıkarları doğrultusunda politikalar geliştirmesine izin vermiyordu .Bu nedenle batı desteği ile iktidara gelen bütün iktidarlar batı blokunun çıkarlarına öncelik veriyorlar ve böylece Türk halkının çıkarlarını ihmal ediyorlardı . Bu durumu halk kitlelerinin görmesini önlemek üzere de Atatürkçü görünmeyi tercih ediyorlardı .İkinci dünya savaşı sonrasında Türkiye batı emperyalizminin kontrolü altına girerken , batılı merkezler Türk halkının uyanarak kendi çıkarlarını savunmasını önlemek amacıyla,Atatürk dönemi sonrasında göstermelik bir Atatürkçülüğü kendi kontrolları altındaki basın organları ile kamuoyuna empoze ediyorlardı .

Soğuk savaş döneminin demokrasiye açılım döneminde , Atatürk’ün partisi küresel emperyalizmin Türkiye’deki yansımaları sonucunda ,gerçek çizgisi olan Kemalizm’den uzaklaşarak batı tipi bir sosyal demokrasiye kaydırılıyordu. Kuvayı Milliye günlerinde Kemalist bir model ile ortaya çıkan Atatürk’ün partisi, batının emperyal-siyonist baskıları sonucunda sosyal demokrasi ve demokratik sol aşamalarından geçerek küresel emperyalizmin bir dayatması olarak gündeme gelen neoliberalizme doğru yönlendiriliyordu .Avrupa için sosyal demokrasi , İsrail için demokratik sol politikalara yöneldikten sonra , Amerika için de neoliberalizme yönlendirilen Atatürk’ün partisi bir türlü tüzüğünde yer alan Atatürk ilkelerini savunamıyordu . Daha çok batı tipi liberalizmden yana olan parti yöneticileri batı ve batı işbirlikçisi sermaye çevrelerinin desteği ile yönetime geldikten sonra ,Türkiye Cumhuriyetinin Türk halkı adına kurucusu olan Atatürk’ün partisini değişen uluslararası konjonktüre göre bir yerlere doğru çekiştiriyorlar ama bir türlü altı okun birlikte uygulamaya geçirildiği bir Kemalist çizgi izleyemiyordu . Parti yöneticileri resmi törenler de Atatürk nutku çektikten sonra kendilerini parti yönetimine getiren siyasal merkezlerin çıkarları doğrultusunda hareket ederek Türk halkını oyalamayı tercih ediyorlardı .Parti liderleri atletizme önem verirken , Kemalizm’i ihmal ediyorlardı . Türk siyasetinin merkez sol kanadını temsil eden bu parti ciddi bir sermaye işgali altına sürüklenince, partinin adında var olan halk kavramının geldiği kitleleri görmezden gelerek hareket ediyorlar ve Türk siyasetini bu yüzden sol ayağı olmayan bir biçimde topallaştırıyorlardı .Böylesine bir çıkmaz içinde bocalayan Atatürk’ün partisi kurucusunu unuttuğu gibi kendisini de unutarak emperyal siyasetlere alet olmaktan kurtulamıyordu .

Türk siyasetinin merkez sağ kanadında yer alan iş ve sermaye çevreleri ise devlet desteği ile palazlandıktan sonra, batı ülkeleri üzerinden dünyaya açılarak ekonomik büyümeye öncelik veriyorlar ama bir türlü destek aldıkları Türk devleti ile vergilerinden beslendikleri Türk halkının gerçek ulusal çıkarları çizgisinde hareket edemiyorlardı . Batı emperyalizminin oyuncağı durumuna düşürülen Türk şirketleri ve sermayesi sonuna kadar liberal çizgilere teslim olduğu için ne devletin kurucusu Atatürk’e ,ne de devletin kuruluş ideolojisi olan Kemalizm’e yakın durmuyorlardı . Türkiye’deki sermaye kesimlerinin milli burjuvaziyi oluşturması gerekirken ,batı emperyalizminin çıkarlarına teslim olarak ,her on yılda bir Atatürkçülük adına gelen ara rejimlere ve darbelere çanak tuttukları görülüyordu .Bu doğrultuda merkez sağ kanadın batı işbirlikçisi bir çizgide hareket etmesi yüzünden cumhuriyet rejiminin yarattığı iş ve sermaye çevrelerinin hiçbir zaman ciddi bir anlamda Atatürkçü olmaması Türkiye için büyük bir kayıp olmuştur . Yirminci yüzyılın ortalarından sonra sürekli olarak batı destekli merkez sağ iktidarlar işbaşına geldiği için , bu kesimlerin ciddi anlamda Atatürk’e ve Atatürkçülüğe sahip çıkmaları gerekiyordu . Ne var ki , ekonomik kazançlar uğruna dışa açılma ve batı ile ortaklık yüzünden , Türkiye’de iş ve sermaye çevrelerinin liberal bir çizgiye kayarak ülkenin kuruluş ideolojisi olan Kemalizm ile ters düştükleri görülmüştür .

Merkez sol ile merkez sağın ikisinin birden batı taklitçiliğine yönelmesi yüzünden Atatürk sahipsiz kalınca , Türkiye’nin halk tabanını oluşturan Müslüman kitlenin içinden çıkan Milli Görüş hareketi Atatürk’e sahip çıkmak zorunda kalmıştır . Milli Görüşün öncüsü ve kurucusu olan siyasal önder “Atatürk yaşasa idi Milli görüş partisinden yana olurdu” demiştir .Çünkü batı emperyalizmi ile savaşarak Türkiye Cumhuriyetini kurmuş olan kurucu cumhurbaşkanı Atatürk’ün en büyük ilkesi bağımsız bir devlet yaratabilmek için antiemperyalizm olmuştur . İslamcı tabandan milli çizgide bir antiemperyalist hareket doğması , biraz da merkez sağ ve sol partilerin batı emperyalizmine karşı teslimiyetçi bir tutum içine girmeleri yüzünden ortaya çıkmıştır . Bugün ılımlı İslamcı bir hareket adına ülkede öne çıkan hareketin gelmiş olduğu yeni aşamada Atatürk’e sahip çıkması ve bu açıdan Atatürkçülüğü yeniden gündeme getirmesinin nedeni , bu hareketin Milli Görüş tabanından doğması yüzündendir .Milli Görüş’ün öncüsü ve kurucusu olan siyasal önder de, tıpkı Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu gibi hem tam bağımsızlığı savunmuş, hem de her yönü ile batının emperyal devletlerinin saldırılarına karşı ödünsüz bir antiemperyalist yol izlemiştir . Milli Görüş geleneği bir anlamda ulusal kurtuluş savaşı günlerinde örgütlenen Kuvayı Milliye hareketinin devamı olmuştur . Milli Görüş bir anlamda Atatürk’ün partisinin ve merkez sağ partilerin ihmal ettiği Kuvayı Milliye çizgisinin bugünkü temsilcisi olmuştur .Milli görüş uzantıları bu nedenle Atatürkçü çizgiye gelebilmişlerdir .

Soğuk savaş yıllarında Türkiye’nin Müslüman potansiyeli Milli Görüş çatısı altında toplanmış ama küreselleşme dönemine geçildiği zaman bu hareketin içinden çıkan yenilikçiler , ulus devlet sınırları dışına çıkan ve Türk milleti yerine İslam ümmetine öncelik veren bir ılımlı İslam hareketini uluslar arası konjonktüre uygun bir biçimde örgütleyerek Türk siyasetinde öne çıkmışlardır . Küresel rüzgarların etkisiyle Türkiye’de bir geçiş dönemi yaşanmış ve çeyrek yüzyıllık bir zorlamaya rağmen Türkiye Cumhuriyetinin Kuvayı Milliye döneminden gelen kuruluş modeli değiştirilememiştir . Küresel emperyalizmin Siyonizm ile işbirliğine girerek , eski Osmanlı toprakları üzerinde ABD benzeri bir kırk eyaletten oluşacak Orta Doğu Birleşik Devletleri projesi merkezi alandaki bütün devletleri parçalamaya kalkıştığı aşamada ,bölgedeki devletlerin çatısı altında yaşayan Orta Doğu halkları böl ve yönet oyununa şiddetle karşı çıkarak ve devletlerinin yanında yer alarak , bu oyunu bozmuşlardır . Küresel şirketler ile ulus devletler arasında terör ve tarikat örgütleri üzerinden yaşanan bu oyunu emperyalizme karşı sıkı direnen bölge halkları ve devletleri kazanma aşamasına gelince , ılımlıislam ile öne geçen siyasal hareket yeniden geldiği çizgiye dönerek ve yeniden Milli Görüş gömleği giyerek Kuvayı Milliye Atatürkçülüğüne dönmüştür . Uluslararası konjonktürde küreselleşme biterken bölgeselleşme başlamış ve bölge devletleri ile halkları tekelci küresel şirketler ile işbirlikçi tarikatların gündeme getirdiği bölünme ,parçalanma ve dağılma sürecine karşı çıkarak eskisi gibi emperyalizme karşı direnişe geçmişlerdir . Bu mücadeleyi Türk milli devleti de kazanırken , milli burjuvazi ve de merkez sol partiler de kaybetmiştir . Yeniden başlayan millileşme sürecinde Milli Görüş hareketi ve onun uzantıları Türkiye’de Atatürk’ü ve Atatürkçülüğü desteklediklerini ortaya koymak zorunda kalınca , bu birikimin içinden çıkan ılımlı İslamcı akımda bu yeni duruma uyum sağlamak üzere yeni Atatürk’çü açılımı gündeme getirmiştir . Konuya siyaset bilimi açısından bakıldığında böyle bir tablo ortaya çıkmaktadır . Mesele sadece İslamcıların Atatürkçü olması olarak değerlendirilemez .Ama Milli Görüş birikiminin , yaşanmakta olan emperyalist ve Siyonist saldırılara karşı bugünün İslamcı kadrolarını antiemperyalist çizgiye getirmesi olarak açıklanabilir .

Konu aslında devlet sorunu ile yakından ilgilidir . Küreselleşme görünümünde bir süper emperyalizm ulus devletlere çeyrek asırdır zorla dayatılırken , dünyanın her bölgesinden bu duruma karşı çıkışlar gündeme gelmiş ve emperyalist devletlerin kurduğu terör örgütleri ile ulus devletlerin parçalanmasına giden yol açılmak istenmiştir . Çeyrek yüzyıl geride kalırken artık küreselleşme ile bir yere gidilemeyeceği görülmüştür . Bu durumu yaşayarak gören ulus devletler komşuları ile bir araya gelerek emperyal saldırılara karşı bölgesel birlikler kurarken , Türkiye’de bu gelişmeyi değerlendirmeli ve kurucu önder Atatürk’ün izinden giderek Sadabat Paktı benzeri bir bölgesel birliği güvenlik ve işbirliği yapısallaşması olarak gündeme getirmelidir . Bunun için de Atatürk’ün yolundan giderek komşularla bir araya gelinmelidir . Emperyalizm ve Siyonizm bu coğrafya devletlerini çarpıştırarak bölgesel hegemonya oluşturmayı hedeflerken bölge devletleri de bir araya gelebilmenin yollarını arayacaktır .EskiSadabat Paktı, bugün Osmanlı İmparatorluğu alanında oluşturulacak Merkezi Devletler Birliği’nin tıpkı Avrupa Birliği gibi kurulabilmesi açısından bir çıkış noktasıdır .Böylesine bir bölgesel yapılanma için de Türkiye’nin gene Atatürk’e dönmesi gerekmektedir . Atatürk’ü diğer cumhurbaşkanları ile karıştırmamak gerekmektedir . Türkiye Cumhuriyetinin yüzüncü yılına doğru yol alırken , bu devletin kuruluş modelinin ve dayandığı paradigmanın Atatürk tarafından başarı ile uygulama alanına getirildiğini görmek gerekmektedir .

Atatürk karşıtlarının bugün Atatürk çizgisine gelmiş olmaları aslında sevinilecek bir gelişmedir .Türk devletini yönetenler , bu çatı altında seksen milyon insanın yaşadığını ve böylesine büyük bir halk kitlesinin yaşamını sürdürebilmesi için merkezi ve üniter bir ulus devlet modelini Türkiye’nin koruması gerektiğini görmelidirler . Türkiye Cumhuriyeti laik bir devlet modeli ile Müslüman toplum yapısını hem birlikte var edebilmeli hem de yaşatabilmelidir . Türkiye’nin varlık nedeninin kurucu önderden geldiği görülürse, o zaman bugünün koşullarında herkesin vatandaşı olduğu devletten yana olarak Atatürk’e dönmesini normal karşılamak gerekmektedir . Atatürkçülerin küresel neoliberal çizgilere kayarak Atatürk’ten uzaklaştığı bir aşamada ,Atatürk karşıtı olarak görünen bazı kesimlerin Atatürkçülüğe dönmesi olumlu bir gelişmedir . Çünkü söz konusu olan vatandır ve çatısı altında yaşanılandevlettir . Devletin yıkılma aşamasına geldiği ve parçalanma senaryolarının zorla dayatıldığı bir yeni durumda gerçek anlamda vatanseverlerin Atatürk çizgisinde bir araya gelmeleri ülkenin geleceği açısından ciddi bir varlık ve yaşam göstergesidir . Tek devlet,tek vatan, tek millet ve tek bayrak diyenlerin genel seçimlerde üç Türkiye’nin ortaya çıktığını görerek , tek Türkiye için Atatürk ve Kemalizm’i öne çıkarmaları gerekmektedir . Yaşanan deneyler tek Türkiye’nin ancak Kemalizm ile mümkün olduğunu göstermektedir . Bölünmeye karşı çıkan ve ülkenin birliğinden yana olan bütün vatanseverlerin , Atatürk çizgisine gelmesi ve Türkiye Cumhuriyetinin yaşayabilmesi için Atatürkçü olmaları en doğal yaklaşım olmalıdır . Bu açıdan Kemalizm Türkiye için zorunluluktur .

Soru 2-Türkiye bir yol ayırımında mı ?Özellikle NATO ile ilişkiler konusu çok tartışılıyor Perde arkasında neler var ? Sizce Türkiye’nin yeni yolu nedir ?

Cevap 2- Başkent Ankara’nın ortasında yer alan NATO YOLU isimli caddenin adı Belediye kararı ile ATA YOLU olarak değiştirilmesi için harekete geçildiği bir aşamada , AtatürkTürkiyesi ile NATO’nun karşı karşıya geldiği görülmektedir . Yıllardır NATO baskısı altında batı emperyalizminin dümen suyunda götürülen Türkiye’nin, değişen dünya koşullarında NATO yolundan ayrılarak ATAYOLU’na doğru dümen kırdığı görülmektedir . Sosyalist sistemin VARŞOVA paktına karşı kurulmuş olan NATO aslında Varşova Paktının dağıldığı gün bitmiştir . Sovyetler Birliğine karşı bir savunma örgütü olarak kurulmuş olan NATO , bu büyük devlet yapılanması ortadan kalktıktan sonra anlamını yitirmiştir . Küreselleşme döneminde batı emperyalizmi yeniden saldırganlaşırken , NATO , Kosova gibi geri kalmış ülkelerin ele geçirilmesi sırasında bir saldırı ve işgal örgütü olarak kullanılmıştır .Alan dışı doktrini icat ederek batının çıkarları doğrultusunda bütün dünya ülkelerine saldırmaya ve de işgale çalışan bu örgüt , artık bir güvenlik örgütü olmaktan çok terör örgütleri gibi tehdit yaratan bir yapı olarak görülmektedir .Orta Doğu ülkelerindeki gelişmeler Kosova’daki gelişmelere paralel olunca bölge devletleri ve halkları NATO’yu batı emperyalizminin tehdit unsuru olarak görmeye başlamıştır . Bu aşamada Avrupa Birliği’nin giderek ABD’nin denetimi altına giren NATO’dan ayrılarak kendi ordusunu kurması da yeni bir dönemin başlangıcıdır . Her devlet kendi güvenliği peşinde koşarken sadece ABD’ye hizmet eden bir kuruluştan Türkiye’nin destek beklemesinin bir hayal olduğunu son gelişmeler ortaya koymuştur .Şangay işbirliği örgütü de bu süreçte güvenlik yapılanmasına girmiştir.

Gelinen aşamada yapılması gereken , NATO’nun bir uluslararası güvenlik örgütü olarak Birleşmiş Milletlere bağlanması ve böylece bütün dünya devletlerinin eşit olarak temsil edildiği bu örgütün çatısı altında yeni bir yapılanma olarak Birleşmiş Milletler ordusunun kurulmasıdır . ABD ve İsrail ikilisinin buna karşı çıkacağı görülerek, bütün dünya devletlerinin ortak hareket etmesiyle dünya barışına hizmet edecek böylesine önemli bir adım atılabilir .Bu durumda Rusya ve Çin güvenlik konseyi üyeleri olarak Birleşmiş Milletler ordusunda ABD ve İngiltere gibi söz sahibi olacağı için NATO bir tehdit olmaktan çıkarak dünya barışına Birleşmiş Milletler çatısı altında katkı sağlayacaktır .Aksi takdirde Avrupa Birliği nasıl kendi ordusunu kuruyorsa o zaman dünyanın diğer kıtalarındaki bölgelerdeki ülkeler bir araya gelerek bölgesel güvenlik örgütleri kurmaya yöneleceklerdir . Bu durumda Türkiye’de tıpkı soğuk savaş döneminde olduğu gibi İran ile bir araya gelerek Irak, Suriye, Azerbaycan ve Gürcistan’ın içinde yer alacağı bir bölgesel güvenlik örgütü olarak yeni CENTO kuruluşunu gerçekleştirmesinde bölge ve dünya barışı açısından zorunluluk bulunmaktadır . Merkezi alandaki terör ve savaş saldırılarının sona erdirilmesi için böylesine bir bölgesel güvenlik örgütünün bir an önce kurularak devreye girmesi gerekmektedir .

Küresel hegemonya peşinde koşan büyük devletler bütün kıtalarda savaşları gündeme getirerek bölge ülkelerini baskı altına almaya çalıştıkları için dünya barışı bu olumsuz koşullarda bir türlü gerçekleştirilememektedir .Birleşmiş Milletler en üst uluslararası örgüt olduğu için , bütün uluslararası kuruluşlar ile birlikte Nato’nun da Birleşmiş Milletler ordusu konumunda bu üst kuruluşa bağlı bir statüye kavuşturulması , dünya barışı açısından zorunlu görünmektedir . Başta Almanya ve Avrupa ülkeleri ABD’nin özel ordusuna dönüştürülmüş olan bir NATO ile güvenliklerini sağlayamayacakları açıkça ortadadır . NATO bu hali ile daha fazla gidemez ,bu yüzden ya Birleşmiş Milletlere bağlanarak dünya ordusu olacaktır ya ortakların çekilmesiyle birlikte dağıtılacaktır .O zaman da kıtalar üzerinde bölge orduları oluşturularak evrensel barış düzeni oluşturulmaya çalışılacaktır . NATO’yu yönetenler bu yüzden Birleşmiş Milletler ordusuna yönelmelidirler .

Soru- 3- KAPİTOKRASİ isimli kitabınız ilginç tespitler ile dolu görünüyor . Neden böyle bir kitap yazma gereğini duydunuz ?Şirketler ile devletler arasındaki ilişkileri nasıl açıklıyorsunuz ?

Cevap-3-Kapitokrasi kitabı büyük bir ihtiyaçtan doğmuştur . Sermaye sahibi para babaları her şeyi satın almaya bayıldıkları için siyasal partileri ve basın organlarını da satın alabilmekte ve kendi çıkarları doğrultusunda geliştirdikleri akıl ve fikirleri kamuoyu üzerinden halk kitlelerine ve devletlere kabül ettirmeye çalışmaktadırlar .Lenin emperyalizmi , kapitalizmin en üst aşaması biçiminde tanımlamıştı . Ben de Kapitokrasi kavramını küresel emperyalizme dönüşen sermaye düzeninin en üst aşaması olarak gündeme getiriyorum . Günümüzde bütün dünya ülkeleri demokrasi ile yönetiliyormuş gibi bir görüntü yaratılmaktadır . Demokrasi halk egemenliği anlamına gelmektedir . Ne var ki , bugün halk kitleleri giderek fakirleşirken güç kaybederek demokrasinin gereği olan halk egemenliğini kullanamaz hale düşürülmüşlerdir . Açlık ve işsizliğe mahkum edilen halk kitlelerinin gerektiği gibi oy kullanarak ülke çıkarlarını koruması artık eskisi gibi mümkün olamamaktadır çünkü patronlar aşırı zenginleşerek ve her şeyi satın alarak gerçek egemenliğin sahibi görünümünde etkin olmaktadırlar .Bugün bütün dünya demokrasileri aşırı zengin patronların müdahaleleri yüzünden tam anlamıyla bir sermaye egemenliğinin yani Kapitokrasi’nin uydusu haline gelmişlerdir .

İnsanlık tarihi incelendiği zaman geçmişin her döneminde çeşitli topluluklar ve devletler arasındaki savaşlar ile yaşam sürecinin devam ettiği görülmektedir . Eskiden savaşlar ve mücadeleler devletler arasında olurken , şimdi şirketler üzerinden bir egemenlik çekişmesi öne çıkmakta ve bu doğrultuda küresel emperyalizm bütün dünyaya hakim olmaya çalışmaktadır .Kapitokrasi adını verdiğimiz sermaye egemenliği düzeninde piyasa üzerinden şirketler büyürken , özelleştirme görünümü altında devletlerin kendi ekonomilerini yönetme hakları ellerinden alındığı için devletler küçülmektedir . Tekelleşme süreci içinde büyük şirketler birer deve dönüşerek ekonomi üzerinden devletlere müdahale etmeye başladıkları için devletler devlet olmaktan çıkmakta , şirketler ise en üst düzeyde kazanç sağlama doğrultusunda devletlerin yaratmış olduğu boşlukları doldurarak devletlerin yerini almaktadırlar . Şirketler dışa açılarak küreselleştikçe ulusal olmaktan çıkmakta ve bu nedenle ulus devletler ekonomik tabanlarını ellerinden kaçırınca yıkılmaya doğru sürüklenmektedirler .

Küresel sermayenin dünya devleti projesi doğrultusunda önce ulus devletlerin sayısı 200 den 2000’e çıkacak ve devlet modeli ulus devletten eyalet devletine doğru gelişme gösterecektir . Gelecek yüzyıla kadar bu dönüşüm tamamlandıktan sonra , yirmi beşinci yüzyıla doğru devletler eyalet modelinden şehir devletine doğru dönüşüm gösterecek ve devlet sayısı 5000 kent devleti olarak artacaktır . Devlet sayısı 200 den önce 2000 e daha sonra da 5000 e çıkarken , küresel şirketler arasındaki çekişmeler sonucunda tekelleşme en üst aşamaya gelecek ve küresel şirketlerin sayısı 5000 den 500 inecektir . Böylece , 5000 kent devletinde yaşayan 5 milyar insanın gereksinmelerini 500 şirket karşılayacak ve bu yoldan devletler küçülürken şirketler büyüyerek bütün dünyayı istila edeceklerdir . Dünya ekonomisinin temeli olan kapitalizm böylesine bir süreç içerisinde şirketlerin devletleri ele geçirerek, bütün egemenliği ellerine aldığı yeni bir yapılanma dönemine doğru sürüklenecektir .Başta İLLUMİNATİ olmak üzere bütün küresel güç merkezleri böylesine bir plan doğrultusunda dünya düzenini dönüştürürlerken , tekelci şirketler aracılığı ile dünya ekonomisini ele geçirerek hem devletlerin hem de ulusların egemenlik alanlarını ellerine geçirmektedirler . Ulus devletler ile imparatorlukları yok eden kapitalistler, şimdi de eyaletler yaratarak ulus devletleri yoketmenin peşine düşmektedirler . Tarikatlar aracılığı ile de milletleri ortadan kaldırmaktadırlar . Yarın da şehir devletleri yaratarak insanlığı iyice bölmeye ve bu yoldan bir avuç zenginin küresel şirketler aracılığı ile dünyaya egemen olabilmesinin önünü açmaktadırlar.

Soru-4-Türkiye’de ulus devleti tehdit eden konular nelerdir ?Bugün gelinen aşamada sıkıntılar nelerdir ve Türkiye bu konuda neler yapmalıdır ?

Cevap-4-Türkiye Cumhuriyeti batı emperyalizminin çok uluslu Osmanlı İmparatorluğunu yıkması nedeniyle merkezi coğrafya da kurulmuş olan Avrupa tipi bir ulus devlet modeline dayanmaktadır .Avrupa kıtası küreselleşme döneminde hem bir bölgesel devlete dönüştürülmeye çalışılmakta ama aynı zamanda Katalanya örneğinde olduğu gibi on beş yeni devletin bağımsız olarak ortaya çıkması gündemdedir . Avrupa ulus devletlerin beşiği olarak kendi içinde ulus devletler barındırırken hem ulus üstü bölgesel devlete hem de ulus altı eyalet devletlerine doğru bir gelişim seyri izlemekte ve bu yüzdende ciddi bir gelecek belirsizliği içine düşmektedir . Avrupa tipi bir ulus devlet olarak Avrupa kıtasının yanı başında kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti ulus devleti , Avrupa kıtasında yaşanmakta olan eyalet devletleri oluşumu ile birlikte bölgesel yapılanma zorunluluğu arasında sıkışıp kalmıştır .

Küreselleşme döneminde kapitalist emperyalizm yeni eyalet devletler oluşumuna destek çıkarak ulus devletlerin varlığını açıkça tehdit ettiği için Türkiye de diğer ulus devletler gibi ciddi bir parçalanma tehdidi altında bulunmaktadır . Küresel emperyalizm ve Siyonizm ortaklığı merkezi coğrafyaya bölünmeyi bir kader olarak dayattığı için , eski Osmanlı hinterlandında yer alan bütün ulus devletler parçalanma tehlikesi ile karşı karşıya bulunmaktadırlar . Irak üçe bölünürken , Suriye beş parçaya ayrılmakta , Arabistan beş ayrı devlete bölünürken İran da beş parçaya ayrılmak istenmektedir . Fiilen üçe bölünen Libya’dan çekilen bir çizgi Pakistan’a da ulaşmakta ve bu ülkenin de üç ayrı eyalet devletine dönüştürülmesini gündeme getirmektedir . Türkiye’nin bölgedeki bütün komşuları bölünmeye mahkum edilirken , bir bölge ülkesi olarak Türkiye’yi de benzeri bir kader beklemekte ve coğrafi bölgeler esas alınarak ,Türklerin anavatanı da yedi sekiz parçaya bölünmek istenmektedir . Bu doğrultuda emperyalizm destekli güney doğu oluşumuna benzer yeni oluşumlar Türkiye devletinin bütün coğrafi bölgelerinde gündeme getirilmeye çalışılmaktadır . Alt kimlikçilik bu doğrultuda hortlatılırken , yerelyönetimcilik ülkenin her yerinde öne çıkartılarak, ulusal ve üniter devlet modeli ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır .

Türkiye’nin batılı dostları kendi birlik ve bütünlüklerini korurken Türkiye’nin parçalanması doğrultudaki bölücü gelişmeleri açıktan desteklemişler ve böylece her zamanki çifte standartlı tutumlarına devam etmişlerdir .İngiltere İskoçya’yı , Almanya Bavyera’yı , Fransa Korsika’yı ,İspanya Katalanya’yı , İtalya Lombardiya’yı , ABD Kalifoniya’yı ve Teksas’ı bırakmazken , hepsi birlikte Türkiye’ye çullanarak güneydoğu bölgesinde yeni bir etnik devlet kurulabilmesi doğrultusunda hem siyasal gelişmeleri, hem de anarşi ve terör hareketlerini desteklemişlerdir . Batı sermayesine teslim olmuş iş adamı derneklerinin Türk devletinden olan istekleri ile bölücü etnik terör örgütünün Türk devletinden taleplerinin aynı olduğu görüldüğünde , Türkiye Cumhuriyetinin çok büyük bir komplo ile karşı karşıya bırakıldığı görülmüştür . Bugün gelinen noktada Türkiye kendisi gibi ulus devlet olan ülkeler gibi bölünme ve dağılma tehdidi ile karşı karşıyadır . Küresel tekelci şirketlerin dümen suyundaki batılı devletler batının dışında kalan bütün ulus devletlerin parçalanmasına giden gelişmeleri desteklemekte ama kendileri için benzer bir gelişme modeline şiddetle karşı çıkmaktadırlar . Türkiye Cumhuriyeti bu aşamada kendisi gibi ulus devlet olan komşuları ile bir araya gelerek bölgesel güvenlik örgütü oluşturmak ve evrensel düzeyde ulus devletlerin bir araya gelerek yeni bir Birleşmiş Milletler yapılanmasının çatısı altında,ulus devletlere sağlanan hukuksal koruma sistemlerini geliştirmek durumundadır . Küresel şirketlerin oluşturduğu Dünya Ticaret Örgütüne karşı ulus devletler de bir araya gelerek acilen bir ulusal enternasyonel oluşturmalıdırlar.

Soru-5-Dünyanın merkezi konumundaki Orta Doğu bugün yangın yerine dönüşmüş durumdadır . Bu doğrultuda Türkiye’yi ne gibi tehlikeler beklemektedir . ?

Cevap-5- Orta Doğu’da tarihten gelen bütün sorunlar bugün de vardır ve giderek büyüyerek geleceğe doğru uzanmaktadırlar . Ne var ki ,bu bölgenin en büyük sorunu İsrail sorunudur .İki bin yıl önce Roma imparatorluğunun yıkmış olduğu din devleti yeniden merkezi coğrafyanın tam ortasında kurulurken , tarihin intikamının alınacağı hasım olarak Roma devleti ortada olmadığı için , işgal edilen bölgenin eski ahalisi olan Filistinliler’den iki bin yıl öncesinin yıkılımının intikamı alınmaya çalışılmaktadır . Suçlu Romalıların bugünkü mirasçısı olarak İtalyanlar dururken , bin yıldır orada yaşamakta olan suçsuz Filistinlilerin baskı ve işgal altında tutulmaları çok büyük bir haksızlığa yol açmakta ve uluslararası kamuoyu tarafından böylesine haksız bir işgal her yerde tartışma konusu olmaktadır . Tarihte iki kez kurulmuş olan İsrail yirminci yüzyılda üçüncü kez kurulmuştur . Siyonist devletin kurucuları iki kez yıkılan devletlerinin başına gelenlerden ders aldıkları için üçüncü kez yıkılmamak üzere hem emperyal hem de Siyonist komplolar hazırlayarak , bir an önce Büyük İsrail İmparatorluğu ya da federasyonu oluşturabilmenin çabası içindedir . ABD’yi bu doğrultuda Siyonist lobiler üzerinden kullanan İsrail devleti , bölgeyeBekaa vadisi üzerinden terörü ve de Kurtlar vadisi üzerinden de savaş senaryolarını Holywood destekli bir biçimde getirmiştir .

Tarih ve jeopolitik kitapları İslam dünyasının tam ortasında küçük bir İsrail devletinin sonsuza kadar yaşayamayacağını ve bu nedenle bir an önce Büyük İsrail devletinin kurulması gerektiğini açıkça yazmaktadırlar . Birinci İsrail’i bir Mezopotamya gücü olarak Babil Krallığı , ikinci İsrail’i ise bir Avrupa gücü olarak Roma İmparatorluğunun yıkmış olduğu hatırlanırsa , bugünkü üçüncü İsrail’in Mezopotamya’dan gelebilecek tehlikeye karşı ikinci İsrail olarak Kürdistan ile kendini güvence altına almaya çalıştığını ,Avrupa Birliğinden Roma İmparatorluğu benzeri bir saldırının gelmesi ihtimaline karşı bölgedeki üçüncü İsrail devletini de Kıbrıs adası üzerinde inşa etmeye çalıştığı görülmektedir .Böylesine bir strateji Kuzey Irak ve Suriye ile Kuzey Kıbrıs üzerinden Türkiye Cumhuriyetini dolaylı olarak tehdit etmektedir . Bu nedenle Orta Doğu bölgesindeki bütün gelişmelerin Osmanlı İmparatorluğunun merkezi toprakları üzerinde kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyetini tehdit ettiği söylenebilir .Irak ve Suriye gibi komşu ülkelerde yıllardır yaşanmakta olan emperyalist haksız savaş gelişmeleri bu bölgenin sınır komşusu olan Türk devletini de geleceğe dönük bir çok tehdit ile karşı karşıya getirmektedir .

Batı emperyalizmi ve Siyonizm ortaklığı merkezi alana egemen olabilmek üzere , bütün bölge devletlerini eyaletlere bölerek , eyaletler üzerinden bir bölgeselleşmeyi var olan devlet yapılarının üzerine dayatmaktadır . Siyonizm Büyük İsrail peşinde koşarken , Atlantikemperyyalizmi de Büyük Orta Doğu planı doğrultusunda bir arayış içerisine girişmiştir . Bölgeye birinci dünya savaşı öncesi gelmiş bulunan İngiltere’nin Yakın Doğu Konfederasyonu planı ise en az ABD ve İsrail’in planları kadar gerçekleşme süreci içine girmiştir .Her üç program da merkezi alanayeni bir düzen vermek üzere hazırlanmış ve bu doğrultuda gerçeklik kazanma durumu dışarıdan zorlanmıştır . Bu tür planlar bölge ülkelerini doğrudan tehdit ettiği gibi aralarındaki çekişmeler yüzünden de terör ve savaş zorlamalarını orta dünya denilen merkezi alandan eksik etmemiştir .Bu yüzden Orta Doğu bölgesi yangın yerine dönmüştür . Merkezi bölgeyi ele geçirmek isteyen batılı emperyalistler ile birlikte Siyonistler de yarışa kalkışınca her türlü savaş senaryosunun bu alanda gerçekleşme şansı kazandığı görülmüştür . Türkiye’nin bir bölge devleti olarak komşu ülkeler ile bir büyük birlikteliği bölgesel yapılanma planı doğrultusunda terör ve savaşa karşı geliştirmesi gerekmektedir .Barış için Merkezi Devletler Birliği adı altında komşu devletler tehditlere karşı bölgesel bir birlik kurmalıdır .